Şiir isyan ettirmeli, içini sızlatmalı insanın

Son yıllarda şiir festivalleri gırla gidiyor. Fakat okunan hiçbir şiir insanın derûnunu sızlatmıyor, gözyaşlarına boğmuyor ve "Ben hazret-i insandım! Bana ne oldu" dedirtip meydanlarda figan kopartmıyor. Oysa kalplerin söküldüğü, ruhların çürümeye başladığı bu devirde şiir okunduğunda isyan çıkmalı, kıyamet kopmalı, salonlar gözyaşlarına gark'olmalıydı. Kalpsiz ve ruhsuz modernizmin hayatımızı ve insan oluşumuzu altüst ettiği bu zamanda kalpleri ve dimağları dokuz şiddetinde deprem gibi sarsacak ve hazret-i insan vasfının ne kadar gerisine düştüğümüzü hatırlatacak şiirler okunsaydı bastırılmış duygu ve fikirler cemiyeti saran bir isyana dönüşürdü. Şiirin sevkettiği bu isyan karşısında emniyet kuvvetlerinin dilleri tutulur, mevzuat gereği vazifelerini yapmaktan ar ederlerdi. Bugüne kadar yapılan şiir festivallerinin hiçbirinde salonlarda ve meydanlarda insanlar yürek isyanları çıkarmadılar, duvarları ve kapıları aşıp caddelerde feryad ü figan etmediler. Emniyet kuvvetleri şiir okunan mekânların etrafında nöbet tutmadılar. ŞAİR VE ŞİİR TEHDİT OLARAK GÖRÜLMÜYOR Demek ki ulvî isyanlara sevk edecek şair ve şiir çıkmadı son zamanlarda. Demek ki şair ve şiir tehlikeli ve iç tehdit olarak görülmüyor. Şair ve şiir için haysiyet kırıcı bir durum bu... Bu ülkede şair ve şiir "lay lay lom" yâni zorlamayan, rahat, eğlenceli bir kültürel tüketim unsuru olarak görülüyor ki, şairin şiir yayınlaması ve okuması yasaklanmıyor. Şair, idrakleri değiştiren, ruh ve fikirlerde ihtilâl yapan bir mütefekkir, bir aksakal, bir kanaat önderi gibi görülmediği için sokağa çıkması yasaklanmıyor ve görüldüğü yerde tutuklanmıyor. Bu ülkede şiir yazmanın suç olmaması şair ve şiir için züldür. Bu utanç verici durumdan "şiir ve şair bolluğu yaşıyoruz diyenler" utanmalıdırlar. Kalpleri ve fikirleri ulvî isyanlara sevk edecek kuvvette bir şair olmadan kimse evinden çıkıp festivallere çıkmamalı. İşte bu nâçiz yazı yüreklere hançer gibi sokulsun diye, hayâlini kurduğumuz adam gibi bir şairin tavrını ve insanların kalplerinde şimşek çaktıran şiirinin yankısını anlatacak. ŞAİR "İSRAFİL'İN SÛR'U GİBİ HEYBETLİ BİR DİLLE" OKUYORDU ŞİİRİNİ Bir zamanlar bir şair okuduğu şiirin daha ortasına gelmişti ki dinleyenlerin yüreklerine katran dökülmeye ve ciğerleri sökülmeye başladı. Sonra salondaki herkesin gözleri çakmak çakmak oldu ve topluca ağlamaya başladılar. Mısralar birer kurşun gibi delip çıkıyordu yüreklerini. Mukaddes bir çağrıydı âdeta. İlk ezânın kalplerde uyandırdığı ulvî sarsılmaya benzer bir sarsıntı başladı kalplerinde. Dilleri lâl olmuştu. Her mısraın ardından yüreklerinde peş peşe ruhî ihtilâl oluyor, akıl ve zihinleri kuşatılıyor, hâlden hâle geçiyorlardı. Akıl ve idrakleri yerinden sökülüyor, o ân'a kadar akıl ve fikirlerinde yer alan kelimeler ve bildikleri her şey "kartondan kaleler gibi" yıkılıyordu. Şair, şiirini "İsrafil'in sûr'u gibi heybetli bir dille" okumaya devam ediyordu. Şiirin mâna ve fikri o kadar büyüleyici ve sarsıcıydı ki dinleyenlerin altından zemin çekiliyor, salondaki eşya ve dekor yanıp eriyordu. Mısralar bir mürşidin sözleri gibi kâh utançlarından başlarını aşağı düşürüyor, kâh kalp ve fikirlerini Kur'ânî çağrının aydınlattığı inkılâp ve duygulara sevk ediyordu. Salondaki kapılar mısraların gücü karşısında kül gibi dökülüyor, içeriyi dışarıdan, dışarıyı içeriden kapatma görevini kaybediyordu. Her mısra mukaddes sayhalar gibi yakıcı bir âvaza dönüşüyor, yüreklere bir ateş topağı gibi oturuyor, duvarları yıkıp caddelere ve şehrin damarlarına doğru yayılıyordu. ŞİİR BÂTIL FİKİR VE KAVRAMLARI SİLİP GEÇİYORDU Sokaklardakilerin yüreği de salondakilerin yüreği gibi dağlanıyordu. Şairin şiirinden yayılan dalga dalga mâna ve fikir insanların önce iç evini katran gibi yakıp kavuruyor, sonra akıllarına yerleşmiş bâtıl düşüncelerini ve kavramlarını silip geçiyordu. Bu çarpılmanın ardından herkes mukaddes çağrıya dönüşen kelimelerin çıktığı mekâna doğru akmaya başlıyordu. Bir kıyamet ateşi gibi şehrin damarlarında dolaşan mısraların çarptığı her insan şiirin okunduğu mekâna koşuyordu. Şair, mukaddes sözlerden kâm alan mısralarını salondakilerin kalplerine ve akıllarına çarpa çarpa okumaya devam ediyordu. ŞAİRİN BENİ YOKTU, ŞİİRİNİN ULVİ GÜCÜ VARDI Şair, şiirini ulvî itimat telkin eden âsûde ve vakarlı bir sesle okuyordu. Sûretini ve edasını göstermeye çalışmıyordu. Bir fail olarak kendini önemseyen çalım ve eda içinde değildi. Zamâne insanlarına mûcize sunan bir aziz tavrında hiç değildi. Hüzünlü ve aydınlık sîmasından ve yürekleri saran dilinden mısralar fışkırıyordu sadece.