Âmâ üstad Cemil Meriç: inanlar kıyıcıydılar kitaplara kaçtım

"Âmâ üstad" ifadesi Cemil Meriç için gıyabında kullandığım hitaptır ve görmeyen gözlerine rağmen kitaplarla dostluğuna hürmet ifadesidir. Kalbî bir bağlılıktır bu, hayatına imrenmedir. Hiç görmedim onu. Şehr-i Maraş'ta gıyabî tek şâkirdiydim. Arkadaşlarla buluşmadan evvel kitaplarından bir kaç sayfa okur öyle çıkardım evden. Sözüme "âmâ üstadım Cemil Meriç'in şu sözü, şu kitabı..." diyerek başlardım. Çünkü onun kelimeleriyle güçlenirdim. Onu okumayan, milliyetçi ve İslâmcı her kim olursa olsun, konuşmaya değer bulmazdım. Bütün gücünü kitaplara hasreden, yarın ölecekmiş gibi her ânını kitaplarla yaşayan, kitapları nikâhlı eşi gibi yanında hiç ayırmayan, su ve ekmekten daha fazla ihtiyaç duyan, bu uğurda otuz sekiz yaşında gözlerini tamamen kaybeden âmâ üstad Cemil Meriç'in (12 Aralık 1916-13 Haziran 1987) on bir yaşında başlayıp ömür boyu kitaplarla geçen hayatını kaç kişi biliyor Gözleri görmez olunca her gün başkasına okuttuğu kitapları, gören gözlerle okuyan birinden daha kavî bir aşkla dinlemiş ve yazdırdığı notlarını kitaplaştırmış bir kahramandı o. Necip Fâzıl'ın ifadesiyle "Allah'ın, iç gözü iyi görsün diye dış gözünü kapadığı sahici münevver."(Bâbıâli, s.337) KİTAPLARIN YÜZÜNÜ AÇMAK İÇİN GELMİŞTİ DÜNYÂYA Her insan dünyâya nasibine düşen bir vazifeyi icra için gelirdi. Kitap ömür defterine yazılmış ve amel defteri kitapla açılmıştı. Her kitabın derûnuna inmek onun amel hânesine kaydedilen bir sevap gibiydi. Dünya hayatında ona verilmiş bir vazifeydi kitapların "yüzünü açmak." Şeyhülkitap, yâni kitapların şeyhi saydığım âmâ üstad daha çocukken nikâh kıymıştı kitaplarla. "Ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe, içindeki Tanrı çekiyor beni" (Bu Ülke, s.37) diyerek bir mâbede girer gibi girerdi kütüphânesine. Hayatında hiçbir ideolojik anlayışla aynîleşmedi, "izm"lere bağlanmadı. "Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla. Ben kalemle doğmuşum. İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Kelimelerle mûnisleştirmek istedim düşman bir dünyayı" diyerek, idraklere ve fikirlere zulmeden kıyıcılardan uzak durdu. (Mağaradakiler, s.323) "Hünerinin yasasından", yâni kitapları fetheden fütuhatından zerre taviz vermedi. Görememekten dolayı inançlarını kaybetme noktasına gelmişti. Okuyamamanın, kitaplara sarılamamanın isyanıydı bu. Buna rağmen kitaplarla ünsiyetini, kitapların derûnuna inmekteki mârifet mertebesini aşkla korudu ve kitaplar ikliminde ömrünü tamamlamayı azimle sürdürdü. "KİTAP BİR LİMANDI" Kitapların Mevlânâ'sıydı. Bütün kitaplara "Düşüncelerime, vicdanıma, inançlarıma ışık olabilecek bilgilerini ver" diyordu. Kitaplar bütün "yalanların peçesini sıyırmak" için fikirlerin kapısını açan birer anahtardı. "Harâmî mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını..." (Bu Ülke, s.186) Âhirete göçmeden önce kitapsever câmiasına söyledikleri çok hüzünlüydü: "Bu kitapları bütün dünya nimetlerinden feragat ederek bir araya getirdim. Size dost bir dünya hazırladım. Fırtınaya tutuldukça sığınacağınız tek liman bu. Bu kitaplar benim sevgililerim." (Jurnal-1) Kılavuzu ve dert ortağıydı kitaplar. "Kaderini kitapların tâyin ettiğini" söylüyordu. "Kitap bir limandı benim için. Kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı" diyordu. (Bu Ülke, s.37) "HER KİTAP TILSIMLI BİR SARAYDIR" "Her kitap tılsımlı bir saray"dı. (Bu Ülke, s.192) Bu sarayda, yâni kitapların vaaz ettiği bir mâbedde yaşıyordu. Bu mâbed "fildişi kulesi"ydi, yâni kütüphânesi. Hiçbir zaman çıkmadı kütüphânesinden. "Kütüphâne bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleriyle dolu" ydu."Bu ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı: Liyakat" dı. "Mâbede bayağılar giremez" di. "Uluların hepsi fildişi kulede yaşadı. Fildişi kule, tufandan kurtulmak isteyenler için bir gemi" ydi. (Bu Ülke, s.184) "KİTAP, KÂİNATA AÇILAN KAPI" "Kitap, kâinata açılan kapı ve bütün peygamberlerin mucizesi" ydi. Ehramlar ahmak taş yığınıydı, yalnız kitap konuşur" du. "İnsanı kertenkele olmaktan kurtaran kitap" tı. "Soyumuzun hâfızası ve kaybolmayan mâzimiz" di. "Binlerce yılın ötesinden gelen binlerce yıl öteye taşan ses" ti. "Hepimiz maddenin mağarasına zincirlenmiştik, kitap, mağaramıza akseden ışık" tı. (Jurnal-1) "KAHRINI ÇEKECEKSİN KİTABIN" Kitabın bir şahsiyetinin olduğunu söylüyordu: "Kalbi var kitapların, onları bir kerhâne sermayesi gibi haşin parmaklarınla mıncıkladın mı senin oldular sanıyorsun. Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın. Senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin. Uğrunda kaç gün aç kaldın Hırsızlık yaptın mı Hangi zillete katlandın Bütün canlı hayâletlerden uzak onunla bir mağarada yaşayabilir misin" (Jurnal-1) "HER TOPLUM BİR KİTABA DAYANIR: SENİN KİTABIN HANGİSİ" Gençliğinde kitap bir tiryakilik, bir afyon, bir kaçıştı. Kitaba kitap olduğu için meftundu. l950'li yıllara kadar "Yabancı bir dünyada ilk kanat çırpınışları" dediği tercüme faaliyetleriyle uğraştı ve Avrupa'nın pozitivist yazarlarının ve Türkiye'nin müstağrib aydınlarının kitaplarına doymak bilmez bir tecessüsle sarıldı. Maddeciliği ve boşluğu gördü bu kitaplarda. Avrupa medeniyetinde insanın, yâni