Köksüzlük
AHMET CAN KARAHASANOĞLU
Yalnızlık, çoğu zaman bir yankıdan ibarettir. Ne söyleyenin ne de dinleyenin tam olarak işitebildiği bir yankı. Belleğin kıvrımlarında saklı bir sancı vardır. Hiçliğin gölgesinde ansızın uyanır; bir bakışta, bir yüzün solgunluğunda, bir trenin kaçışında…
Ve insan, kendini kalabalığın ortasında seyirci gibi bulur. Hayat, bir tiyatro değil de sürekli tekrar eden bir fragmandır: kaçışlar, kavuşmalar, trenler ve gecikmeler.
Kadim doğu hikâyelerinde olduğu gibi, insan bir "tevafuklar zinciri"nin içinde bulur kendini. Yeni bıçkınların diliyle tesadüf, yalnızca iki olayın yan yana gelmesi değildir. Ruhun karanlık köşelerinde büyüyen yaralarla dış dünyanın acımasız duvarları arasında kurulan sessiz bağdır. Şehir, bu anlamda bir ceset bahçesidir: savaşların, bombaların, çocukların ninniye dönüştürdüğü patlama seslerinin sahnesi. Yıkıntılar arasındaki trajedi, ölümcüldür.
Geriye yalnızca duman, sis ve kaybolmuş isimler kalır. İnsan, rüzgârın savurduğu bir yaprak gibi yere düşer.
Belki toprağa karışır, bir ağaca can verir.
Fakat bu teselli bile kırılgandır, insanı yeniden hüzne çağırır.
Ve işte tam bu noktada tevafuk, kaderin görünmez parantezini açar. Düzenin içinde kaos, kaosun içinde düzen saklıdır.
Tesadüfler nasıl görünmez bir düzenin ipuçlarını veriyorsa, burada da tevafuklar aynı işareti taşır: Allah'ı hatırlatır.
İnsan, bilmediğiyle karşılaştığında bütün kalkanlarını kaybeder, çırılçıplak kalır. İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye ve Füsûsü'l-Hikem'de kaos sanılan durumda da bir düzen olduğunu söyler. "Allah'ın ilminde düzensizlik yoktur." der.
Bu cümleden anladığım (doğrusunu Allah bilir), insanın hadiselere bakarken algısının değiştiği ve o değişimden hareketle kendi dünyasını yeniden ve hep yeniden inşa ettiği.