Kırık sandalyede kaybolmak

Kırık sandalyede kaybolmak

AHMET CAN KARAHASANOĞLU

Kahire'nin tekinsiz sokaklarında dolanırken ucuz bir pansiyona denk geldim.

Ucuz pansiyonlar her zaman yakası açılmamış hikâyelerin barınağıdır.

Küf ve ihanete uğramışlık kokar. Bu kesif kokuyu duyumsamak istemiştim.

Tıpkı yıllar önce çıktığım yolculuklarda olduğu gibi, bilinmezliğin büyüsüydü sığınmak istediğim.

Pansiyona giriş yaptım. Çantamı, rutubet kokulu duvarları çatlak odama bıraktım.

Giriş bölümünden geçilen arka tarafındaki bahçenin önünde kırık bir sandalye vardı.

Oturdum.

Etraftaki tüm binalar, her yerden sarkan kablolar, toz ve kekremsi kokular bir anlığına sanki cesedimin yanında duruyormuşum gibi hissettirdi. Hatta cesedimin yanına bırakılmış bir gölgeydim. Gıcırdayan tahta sandalye artık bir mobilya değil, içimde çürüyen anıların sesi gibiydi.

Bedenim evet, o tahta sandalyedeydi ama ruhum başka bir yerdeydi; içime gömülmüş, küflenmiş bir boşlukta sallanıyordu. Bu tip durumlarda gözleri kapatmak işe yarar diye düşündüm.

Ne de olsa uyanıktım ve gerçeklik netliğini iyiden iyiye kaybetmeye başlamıştı.

Ama gözlerimi kapatınca da kurtulamadım. Daha derin, daha boğucu bir anı koleksiyonu canlanmaya başladı. Tanımadığım insan yüzleriydi bunlar. Hepsi bir şey bekliyordu. Çoğunun ifadesizlikle bezeli ifadesi bir tür paranoya oluşturuyordu.

Gözlerimi açtım, karşımdaki evin perdesini sokağa savuruyordu rüzgâr.

O an olduğum yeri mühürleyen veremli bir uğultu yükseldi.