Siyasal zorbalık ve tehdit mi
AKP sözcüsü Ömer Çelik boykot meselesi ile ilgili olarak önceki gün şunları söylemiş:
"Özgür Özel millî şirketleri boykot etme çağrısı yaparak, sadece kendisinin CHP Genel Başkanlığına liyakatini boykot etmiştir. Özgür Özel'in medya kuruluşlarını ve şirketleri açıkça bu şekilde tehdit etmesi, siyasal zorbalıktan başka bir şey değildir."
Bu sözlerdeki "millî şirketler" lafının iktisadî ve hukukî kıymetsizliği ve siyasî anlamı meselelerini şimdilik geçelim.
Çelik bu açıklamalarıyla siyasî literatürümüze yeni iki kavram daha katmış oldu.
Birincisi dolaylı tehdit.
Gerçekten, bir siyasetçinin kendi taraftarlarına "Şu şu medya kuruluşlarını boykot edin" demesi ve bunun üzerine bu kuruluşların tirajtıklama kaybetmesi bir "tehdit" oluşturur mu
Olsa olsa dolaylı tehdit oluşturur. Ama bu da kanunlarımızda suç olarak tarif edilmiş değil.
Yakında TBMM'den bu yönde bir kanun geçerse şaşırmayalım. Hatta metni de biz verelim.
Şöyle olabilir: "İktidarı destekleyen medyanın eleştirilmesi ve tirajının düşürülmesi için tavsiye ve telkinde bulunulması tehdit sayılır ve bu suçtur!"
Gerekçesini de şöyle yazarlar: "Medyanın haber verme ve siyasî yönlendirme yapma hakkını korumak demokrasinin en temel şartlarından biridir. Muhalif medya elbette bu hükümden istisnadır. Zira medya dediğiniz iktidara hizmet ederse medyadır!"
Ne demokrasi ama...
İkincisi de siyasal zorbalık kavramı.
Bu zorbalık nasıl ve nerede yapılıyor Söz söylemek ve muhalefet etmek zorbalık olabilir mi
Söz ve söylem tehdidin bir unsuru olursa elbette zorbalık var denilebilir. Ama ortada tehdit yoksa bu durumda bir zorbalıktan nasıl bahsedilebilir.
Üstelik zor kullanma yetkisi iktidarın elinde ve hatta "tek"elinde iken "sadece konuşabilen" muhalefet nasıl oluyor da "konuşan zorba" sayılıyor Anlamak mümkün değil.
Ömer Çelik'in Ekrem İmamoğlu meselesindeki şu beyanları kanaatimizce daha da vahim hatta merd-i kıpti meselini çağrıştırıyor.