Biz köşemizde tekil olaylar ve bilhassa yargıya intikal eden somut olayları yorumlamaktan kaçınıyoruz. Zira basına yansıyan perakende bilgiler bir hükme varmaya çoğu zaman yetmez.
Bunun yerine prensipler çerçevesinde yapılacak değerlendirmelere ışık tutacak somut olayları nakledip hükmümüzü müzakereye açıyoruz.
Gerçekten bazı öyle somut olaylar var ki "işte delil budur" dedirtiyor ve verdiğimiz hükümleri zeminine perçinliyor.
İşte üç örnek olay...
Birincisi:
NTV Washington temsilcisi Hüseyin Günay adlı ağzı bozuk gazeteci "yanlışlıkla" kayıt altına alınan ve "her nasılsa" servis edilen bir "ikili muhabbet"te, meslektaşına, Erdoğan'ın ABD'den hiçbir şey alamadığını ama almış gibi gösterildiğini söylüyor. (Bu arada argo da konuşuyor, ama devlet büyüklerine hakaret yok.) Buraya kadar bir problem görülmeyebilir.
Ardından Türkiye'deki Saray'dan -aslında herkesin iyi bildiği- dedikoduları paylaşıyor ve özetle Erdoğan sonrası siyasette Hakan Fidan'a oynayan ekip ile Berat Albayrak ve Selçuk Bayraktar ekipleri arasındaki üç kaleli basket maçı çekişmelerine hazırlık antrenmanlarına atıf yapıp "herkes Erdoğan sonrası o günü bekliyor" diyor. (Biz yıllardır söylüyoruz: AKP diye bir parti "görünüşte" var. Hakikatte tartışılır. Zira Erdoğan gidince yok olacak gibi.)
Hakan Fidan da zaten bir önceki gün, iç piyasaya "yüzde yüzü yerli" diye yutturulan KAAN uçaklarının motorunun TR malı değil, TR-UMP malı olduğunu yani yutturucuların aksine bu uçakların yüzünün ve astarının altında başka yatanlar olduğunu hissettiren bir "gafımsı açıklama" yaparak bu antrenmanların ana toplarından biri haline gelmişti.
İşte Hüseyin Günay'ın bu açıklaması sosyal medyayı dalgalandırınca NTV işine son veriyor. Sebep: "Gördüğümüz lüzum üzerine!"
Asıl sebep ehline belli: NTV gibi "tarafsız" bir yayın organı Washington gibi bir dünya başkentine yarı terörist bir temsilci-muhabir atamış ve durumu anlayınca düzeltmiş!
Yani devlet büyüklerinin iş'arı, yönlendirmesi...
İkinci olay:
Herkes biliyordu ki Cumhurbaşkanının uçağına binebilen gazetecilerin sorularının cevaplanması şeklinde gösterilen "gazetecilik başarısı" aslında "hazır cevapların sorulanması" idi. Faruk Bildirici bu bilineni delilleriyle ispat etti.