Doğrusu Safahat'ı açıp bunları okuyunca "Bugün de bir Akif olsaydı keşke!" demeden edemedim.
Haberlerden sonra arkadaşım söylenmeye başladı: "Kör görmeden, sağır duymadan bunlar gitmeyecek. Bunların yolsuzluklarını, zalimliklerini ne zaman ki kör görür, sağır duyar, bunlar o zaman gider. Belki de böylesi daha iyi, herkes her şeyi anlamış olur."
Arkadaşım sonra da Akif'ten bir şeyler okumaya başladı:
"- Ne aman dinledi gittikçe hovardam, ne zaman, Saç sakal tuttu ne hikmetse acayip bir renk, Kalafatlandı bıyıklar, iki batman bir denk! Çehre allıklı sabunlarla mücellâ her gün: Fes yıkık, kelle açık, kaş yılışık, göz süzgün; İğne, boncuk, yakalık, tasma, yular Hepsi tamam, Koçyiğit sanki bunak! Sen de mi şairdin imam"
Ben şaşkın, o zamanın İstanbul sokaklarında konuşulan o güzel Türkçeyi dinliyorum. Hem de aruz veznine sokulmuş hâliyle.
Feilâtün feilâtün feilâtün feilün. "Gülüyor kahvede el, çarşıda bakkal, çakkal; Olma beyhude ağızlardaki bir parmak bal; Çatlasan sofracı Rum'dan karı olmaz adama. Kim haber verdi bileydim.. Ne bunak şeysin ama! Kim haber verdi nedir Sormaya var mıydı lüzum Yediğin herzeyi kör gördü, sağır duydu kuzum."
Meğer arkadaşımın maksadı bu son mısraı bana duyurmakmış.
Önce bütün görme engelli, işitme engelli vatandaşlarımızdan özür dilerim. Bence bugünkü engelli vatandaşlarımız "yenen herzeleri" herkesten daha çabuk fark ediyordur.
Safahat'ın Âsım kitabındaki hikâye pek meşhurdur. 65 yaşındaki kalantorun biri, evde çalışan Rum kızı Eleni'ye göz koyar da emektar zevcesinin üstüne onunla evlenmek ister. Bu sebeple mahallenin imamından izinname almaya gelir. Bu arada adamın görünüşü değişmiş, şiirde anlatıldığı gibi saç sakal boyanmış, bıyıklar kalafatlanmıştır. Akif'in şairlik kudreti devreye girmiş, adamı eğlenceye almak için İstanbul Türkçesine perende attırmaya başlamıştır. Adam, "Kim haber verdi bileydim" diye sorunca şairimiz dayanamaz ve "Kim haber verdi, nedir Sormaya var mıydı lüzum Yediğin herzeyi kör gördü, sağır duydu kuzum." diye cevap verir.