Allah'ı Anlamak, Mesajını Anlamak

"Allah'ı anlamak" ifadesi çoğu kez yanlış anlaşılıyor çünkü bu "anlama" yanlış yerde aranıyor. Biz "Allah'ı anlamak" derken O'na dair idrakimizi dönüştürmeyi kast ediyoruz. Bu, bilgi toplamak yöntemiyle gerçekleşmeyeceği gibi, idrakı dönüştürmeden toplanan bilgi de Allah'ın bizden isteklerini kavramamıza mani olur. Bu yüzden Allah'ı anlamak için bilgiyi arttırmaktan ziyade O'na yaklaşmayı esas almanın mecburiyeti doğuyor.

"İnsan-Allah İlişkisi"ni anlayabilmek için önce ilişkinin öznesi olan Yaratıcı'nın "tanınması" yani marifetullah şarttır; çünkü bu ilişkinin kurulabilmesi ve sağlam zeminde sürmesi tarafların birbirini tanıması ile mümkündür. Yaratan için böyle bir ihtiyaç olmadığına göre bu tanıma insan için gereklidir. Ancak İslam metafiziği ve felsefesinde ama özellikle de Farabi ve İbn Sina'da, "sınırlı olan insan (aklı), Sınırsız Allah'ı(n Zatı'nı) kuşatamaz" kabulü temel ilkedir. Yani "anlamak" derken bilgi ile O'nun kuşatılmasını değil, niteliklerini tanımayı kastediyoruz. Yoksa Zat'ı için söylenecek her söz sorunlu olmaktan kurtulamaz. Hem insan Allah'ı, O'nu sınırlandıran kategorilerle anlamaya kalktığında bocalar zira sınırlı olan insanın sonsuz olan Allah'ı anlaması da sınırlı olmak zorundadır. Farabî ve İbn Sina gibi İmam Gazalî de, O'nu tanımanın ilk şartı, tanımanın sınırlı olduğunu bilmektir, diyerek ana konuya temas etmiştir. Bu aynı zamanda insanın kendi kapasitesini, sınırlarını, haddini ve hattını bilmesidir. Şüphesiz insan da imkân ve kabiliyetince sorumludur. Kendisine düşeni yerine getirmesi onun için yeterlidir. İdraki kadar tanır, idraki kadar bilir ve idraki kadar da sorumlu tutulur.

Bu nedenle olsa gerek İbn Arabî, "İdrak edenin hakikati ne ise Allah hakkındaki idraki odur" ilkesini benimsemiştir. Yani, kalbi dar olan Allah'ı dar yani sınırlı, kısıtlı tanır, oysa Allah için eksiklik söz konusu değildir. Aynı şekilde kalbi kinin istilası altında olan insan Allah'ı cezalandırıcı sanır, lakin kalbi rahmetle dolu olan Allah'ı rahmetin kaynağı olarak tanır çünkü Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir. (6: 12)

Buna "aynalık" ilkesi denir. Daha önce de söylediğim gibi Allah'ı anlamak, insanın kendi hakikatini arındırmasına bağlıdır. Ne kadar arınırsa insan, o kadar Rabbi'ne yakın olur, O'nu tanır ve anlar.

İmam Gazalî de, Allah'ı anlamak, nefsi susturmaktır, der. Gazalî'ye göre insanın Allah'ı tanımasının önündeki engel cehalet değil, nefsin gürültüsüdür. Bu nedenle Allah'ı anlamak için, nefsi kirlerinden arındırmak suretiyle tezkiye etmek gerek. Kalbi tasfiye (diğer bir deyişle tahliye) ederek gönlü berraklaştırmaktır. Bunlardan sonra fikri tefekkürle derinleştirmek ve zikri süreklileştirmek gereklidir. Bunun için Allah'ın (nurunun) insanın kalbini kontrol altına alması lazım. O zaman anlama gerçekleşir, anlama gerçekleşince istenen ahlakî dönüşüm gibi idrak de dönüşür. Yani anlamak, aynı zamanda "olmak"tır: Allah'ın Esma-i Hüsna'sına ayna olmak…