Seferîlikte namazların kısaltılması ve cem' edilmesi

Üst düzey bürokratik görevlerde bulunmuş ve milletvekilliği de yapmış olan Ahmet Atak anlatıyor:

"Üstad 1952'de İstanbul'da Akşehir Palas Otelinde kaldığı sırada, onu ziyarete Ankara Siyasaldan birkaç arkadaşımı da götürmüştüm.

Üstad onlara isimlerini ve nereli olduklarını sordu. Sonra:

'Beş şeyi yerine getirirseniz iyi bir müslüman olursunuz' dedi ve namaz, oruç, haramdan kaçınma, ana babaya hürmet gibi beş önemli şey saydı.

Bu arada sonradan vali olan Yiğit Kızılcan'a döndü; elini kaldırıp parmağını ona doğru uzatarak ve sesini yükselterek:

'Bak, sen Ağrılısın, Kürtsün. Kürtler şeyhlerine çok bağlıdırlar ve çok sadık Müslümanlardır. Şeyhi dese ki "Şu beşinci kattan at kendini!" atar. Ben de sana diyorum: Beş vakit namazını bırakmayacaksın! Siz şimdi seferdesiniz; iki rekât kılacaksınız, bırakmak yok! Hatta namazın kaçma ihtimali varsa cem' edin ama bırakmak yok!' dedi."1

***

Üstad Nursî'nin (ra), muhtemelen Şafiî olan bu ziyaretçiden, yolculukta dört rekatlı farzları iki rekât kılarak namazı kısaltmasını (kasr-ı salâtı) istemesi, Üstad'ın bunu "vacip" kabul ettiğini göstermez. Kasr-ı salâtın vacip olduğu görüşü sadece Hanefîlere aittir. Diğer üç mezhep ise yolculukta namazların kısaltılmasını "azimet" olarak değil, bir "ruhsat" olarak görür.

Öte yandan Hanefî mezhebi caiz görmese de onun dışındaki üç mezhep yolculukta öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının birleştirilmesini de (cem') bir "ruhsat" olarak kabul etmiştir.

Her iki meselede de Üstad'ın kendi tercihinin üç mezhepten yana olduğunu, yani gerek kasr-ı salâtı ve gerekse cem'-i salâtı azimet olarak değil, bir ruhsat olarak gördüğünü onun şu açık ifadelerinden çıkarıyoruz: "ruhsat-ı şer'iye olan kasr-ı namaz ve takdim-tehir, vesâit-i nakliye bir kararda olmadığı için onlara bina edilmez."2 "Seferde namaz kasredilir, iki rekât kılınır. Şu ruhsat-ı şer'iyenin..."3

Demek bu hatırada Bediüzzaman Hazretleri, namazlarını vaktinde kılma konusunda kusurları bulunan muhatabına, onun "ihtiyacına binaen" farklı mezheplerdeki en kolay olan fetvalarla bir "çare" göstermiştir.

Din İşleri Yüksek Kurulu ise 90 kilometreyi aşan yolculuklarda dört rekatlı farzların iki kılınarak kasredil- mesinin "gerekliliğine" (Hanefîlerin görüşü ile) hükmetmiştir. Ayrıca yolculuğun "meşru bir mazeret" sayılmasına binaen -sabah namazı hariç- öğle ile ikindinin, akşam ile de yatsının, yani her iki çift namazın istenirse cem-i takdim, istenirse cem-i te'hir suretiyle kılınabileceği yönünde (Şafiî ve Hanbelîlerin görüşü ile) fetva vermiştir.4

Cem'de iki vaktin farzı art arda kılınır, arada kalan sünnetler kılınmaz. Örneğin akşamın sünneti ile yatsının ilk sünneti terk edilir. Her cem'de erkekler yalnızca bir ezan, her farz için ise ayrı bir kamet getirir.

***

SUAL: "Biz bu meselede Üstad'ımızın da tercihine uygun şekilde cumhur olan 3 mezhebi taklit ederek yolculukta namazları tam kılamaz mıyız"

CEVAP: Prensip olarak hak mezheplerin hepsi taklit edilebilir. "Elbette, böyle amelim, bir mezheb-i hakka muvâfık gelir. O bana kâfidir"5 denilebilir.

Ancak Üstad'ın bu cümlesinde dikkat edilirse biri sarih, biri de zımnî iki mesaj birden verilmektedir:

Birincisi, bir amel hak bir mezhebe uygun şekilde işlenmişse -bu amel kişinin kendi mezhebine uygun düşmese bile- o kişiyi sorumluluktan kurtarır ve asgarî bu kadar bir uyum da yeterli olur, demektir.

İkincisi, ancak başka bir mezhebi taklit keyfî olmamalı, ortada vesvese hastalığı (OKB) gibi bir mazeret veya bir ihtiyaç bulunmalı, yani amelim "böyle bir amel" türünden sıra dışı bir meşakkat barındırmalıdır. Bu cümle, mefhum-u muhalifi ile eğer hâlimizde "dindeki yüsre [kolaylık prensibine] münâfi [ters düşen] bir hareç [sıra dışı bir zorluk]" yoksa başka bir mezhebe geçiş de yapılmamalı manasını ihsas etmektedir. Bu ikinci mana, siyak-sibak ve bağlamdan çıkmaktadır.