Üstad daima "Ahrarları (Demokratları)" desteklemiş, gerekçelerini şer'î delillerle izah etmiştir. Talebelerinin, bunu ehl-i imana izah ederken nasıl hareket etmeleri gerektiğini de bizzat göstermiştir.Eskişehir Müftüsü ve âlim bir zat olan Hafız Abdullah Efendi, Üstad için der ki: "Oğlum! Bir velînin manevî derecesi ne kadar yüksek ise siyasetteki
Pakistanlı Prof. Dr. Muhammed Sabir (1935-2009) 23 yaşında doktora için Türkiye'ye geldikten bir yıl sonra 1959'da Emirdağ'da Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret eder.Ziyaretçi kabul etmeyen Hz. Üstad, onu ayakta karşılar, bağrına basar ve "Pakistanlı Oğlum! Hoşgeldiniz!" der. Talebelerine onun için yemek hazırlamalarını söyler ve bu görüşmede Sabir'i
Hakk'a götüren yollar muhteliftir.Bu yollarda gidebilmek için gereken güç, madenler suretinde fıtratımıza dercedilmiştir. Yol almak için bu madenlerin kullanılması gerekir. Her bir maden işletildiğinde bizi Cenab-ı Hakk'ın bir ismine iletir. BİRİNCİ MADEN (FAKR): İnsan kâinatla alâkadardır. İhtiyaçlarının dairesi, hayalinin dairesi kadar geniştir.
Bir hane düşünelim.Çok küçük olsun. İçinde sadece biz varız. Her altı ayda bir, biz içinde olduğumuz halde hanenin duvarları yıkılıp yeniden yapılıyor. Hane sürekli değişiyor. Ama biz içinde durmaya devam ediyoruz. O hane beden, içindeki "ben" de ruhtur. Şimdi de, bulunduğumuz yaş kadar geriye gidelim. Tâ annemizin rahmindeki dört aylık halimize dö
İstişareyi, azıcık aklı olan herkes yapar. Hiç şüphe yok ki, Fir'avun da, Nemrut da istişare ederdi. Bunlar, başkalarını dinler belki, ama son kararı kendileri verirlerdi. Demek bu şekilde istişare etmek büyük bir meziyet sayılmaz.Meşveret ise istişarenin kurumsallaşmış şeklidir ki, işin sahipleri ve ehilleri tarafından, hakkı bulmak niyetiyle yapı
Cenab-ı Hakk'ın "kaplaması ve yerleşmesi" anlamına da gelen "istivâyı" sadece Arş-ı A'zam için kullandığını belirtmiş ve bu tahsisin hikmetine değinmiştik.Mü'min bir kalp için dahî aynı hakîkatin ifade edildiğini hayretle görüyoruz: "Ne yere, ne de göğe sığmadım. Ben bir mü'min kulumun kalbine sığdım" 1 buyrulmaktadır. Bunu teyiden Rasûl-ü Ekrem (a
Evvelâ şunu belirtelim ki, tasavvufî anlamdaki kalp (gönül) ile bedenimize kan pompalayan kalp aynı değildir.Şayet ikisi aynı olsaydı veya "imanın ve takvanın mahalli olan" 1 manevî kalp, etten yapılan bu organın içinde bulunsaydı, sun'î kalp takılan biri imanını da, takvasını da kaybederdi. İkisine de aynı ismin verilmesinin sebebi, çam kozalağı ş
Güneş ısıtıyor. Rüzgâr taşıyor ve aşılıyor. Bulut suluyor. Toprak besliyor... Hepsi ve her şey tam bir dayanışma halinde birbirinin imdadına koşturuluyor. Hayat böylece var oluyor.Varlıklar arasında nefret ve bencillik hakim olsaydı, hiçbir şey diğerine yardım etmez, belki her şey birbirine saldırırdı. Hayat asla var olamazdı. Demek hayata hizmet e
"Sıddık" sâdık'ın mübalâğalı ism-i fâilidir. Bütün kalbiyle güvenip bağlanan ve tam inanıp tasdik eden anlamına gelir. Sadâkat, bir hakikate hiçbir şüphe ve tereddüt duymaksızın bağlanmak, gassal elindeki meyyit gibi teslim olmaktır.Tasavvufta manevî terakkî için böyle bir sadâkat ve teslimiyet aranır. Ancak bu teslimiyet bir taraftan manevî terakk
© 2016