Risale-i Nur'lar nasıl okunuyor
Ağrı'lı Molla Nusret Kocabay (1928-2018) anlatıyor:
"Üstad'ı [1955'lerde, üçüncü kez] Emirdağ'da ziyaret ettiğimde bana 4 şey tembih etti:
'1. Küçücük bir dershane aç!
2. [Risale-i Nurlar'ı] gazete gibi okuma!
3. Nazım Beyle imtizaç et!
4. Nadir Ahmet'e selam söyle!' (HAŞİYE)1
Üstad'ın yanından çıkınca Zübeyir Ağabey bana:
- 'Hoca Efendi! Üstad sana "Gazete gibi okuma!" demekle ne demek istedi' diye sordu. Ben de:
- 'Yani, acele okuma demek istiyor' diye cevap verdim.
- 'Yok, öyle değil! Sen hoca değil misin, sizde [bir kitaba başlayınca] meftûhâne [tatlısı], [kitabı bitirince de] mahtûmâne yok mudur Başlamış olduğun kitabı sonuna kadar okuyacaksın [demek istiyor.] Yani [kitabın] bir yerine, sonra bir başka yerine bakıp okuduktan sonra katlayıp bırakmayacaksın, sonuna kadar okuyacaksın. Üstad bunu diyor' dedi."2
***
Burada Zübeyir Gündüzalp, Risale-i Nurlar'ın "gazete okur gibi okunmaması" emrinden, çoğu kimsenin anladığı o zahir manadan başka, derin ve ince bir manayı daha çıkarıyor ki, o da -mealen- budur: "Gazete okurken yaptığınız gibi, ilginizi çeken veya kolayınıza gelen kısımları okuyup başka kısımları atlamayın ve boş vermeyin! Kitapları ve nihayet Külliyatı bir bütün halinde okuyun."
Evet, Zübeyir Ağabeyin dediği gibi yapılmaz da sadece imanî bahisler okunur, Lâhikalar, Müdafaalar ve Eski Said Dönemi eserleri ihmal edilirse, ortaya öyle bir talebe profili çıkmaktadır ki, bu talebenin iman ve takvası pek kuvvetli olmakla birlikte zındıka tarafından kolayca aldatılabilmekte, aldanmasa bile onlara karşı cihad etme gücünü kaybedebilmektedir. Hatta -Allah korusun!- farkına bile varmadan Süfyan'ın yeni geliştirdiği fitnekâr stratejilerin bir aleti veya destekçisi hâline gelebilmektedir.
"O kadar da değil artık!" diye mübalağa edildiğini düşünenler ve kendilerine çok güvenenler, İngilizler'in koskoca İstanbul ulemasından bazılarını nasıl kandırdıklarını ve kendi siyasetleri için nasıl kullandıklarını iyi bilirler. Kezâ, demokrasiyi askıya alan müdahalelere meddahlık yapanları da hatırlayabilirler.
***
Haydi aldanmadı ve alet de olmadı diyelim. Fakat doğru olanı "bilmek" yetmiyor; o doğruyu "yapabilmek" ve "hakkı ayakta tutabilmek" de gerekiyor. Yani ehl-i dalaleti ve onların oyunlarını "bilmekle" iş bitmiyor, o düşmanla "mücadele ve cihad" edebilmek için "şevk, cesaret, izzet ve metanet" gibi duyguların da yüklenilmesi gerekiyor. Bunun için de ayırım yapmadan her bahsin okunması icap ediyor.
Evet, nasıl ki 80 kilogramlık kocaman bir vücutta öyle elementler ve vitaminler vardır ki, miktarları o bedenin toplam ağırlığıyla kıyaslandığında son derece azdır — mesela çinko yaklaşık 3 gram, demir 5 gram, B12 vitamini 5 miligram, D vitamini ise yalnızca 30 mikrogram kadar bulunur. Ne var ki, bu maddelerden biri bile azıcık eksildiğinde, o güçlü ve iri vücut hemen halsizlik, bitkinlik ve mecalsizlik belirtileriyle enerjisini kaybediverir.
İşte aynen bunun gibi, Külliyat'ta oran olarak az gibi görünen bazı bahisler vardır ki, onlar okunmadığında bu fitne çağında ve muannid zındıklar karşısında bulunan o mücahid hem doğru cihad yöntemlerini bulmakta zorlanır, hem de cihad için gerekli güç ve cesareti kaybedebilir. Yani hakkı tanımakta güçlük çektiği gibi, onu savunacak enerjiyi bulmakta da ruhunu şarj etmediği için zorluk çeker. Sonuçta hakka değil, adeta güce boyun eğer.