Risale dersinin usûlü hakkında bir müzâkere (1)

(Bu müzakere, gazete okurlarımızdan bir hanımefendinin sorularına verilen cevaplardır. Faydalı olacağı mülâhazasıyla yayımlanmıştır. Okuyucularımızın yorumları da bu müzakereye zenginlik katacaktır.)

BİRİNCİ SUAL: Zübeyir Ağabeyin Konferansındaki ders yapma usulünü esas almak istiyoruz. Yani kelimelerin sadece manalarını vermekle ve o bahsin izahı başka bir risalede varsa oradan okumakla yetinmek istiyoruz. Fakat yeni gelenlere veya ortaokul talebelerine dersi bu şekilde okuduğumuzda anlayamadıklarını görüyoruz. Biz de: "Onlara dersi açıklamak lâzım" dediğimizde bazı büyükler şöyle itiraz ediyorlar: "Anlamıyorlar ve istifade edemiyorlar diye düşünmeyin! Onlara -sizin anladıklarınız değil- onların kendi anladıkları yeter. Hiçbir şey anlamasalar dahî kalben ve ruhen istifaza ederler. Zira marifetullah hava, su veya nur gibi olduğundan her zaman aklın kalıpları içine sokmak doğru değildir." Doğrusu nedir

CEVAP: Doğrusu ne ifrattır, ne de tefrittir. İstikamet orta yoldan gitmektir.

İKİNCİ SUAL: Bir yazınızda "Nesnel bir ölçü kabîlinden, istitradî olarak girdiğimiz kendi yorumlarımızın metinden fazla olmamasına dikkat etmek gerekir" diyorsunuz. Oysa bu sözünüz, Sözler'deki mezkûr ders usulüyle çelişiyor. Bu durumda bizim Sözler'i esas almamız gerekmez mi

CEVAP: Elbette Sözler'i esas almamız, ama "Sözler" derken de Külliyatın tamamını bir bütün olarak kabul etmemiz gerekir.

Barla Lâhikasını ve Fihrist Risalesi'ni düşünelim. Bunlarda ve ayrıca hatıralarda var ki, Üstad'ımız talebelerine: "Siz ne anladınız, onu yazınsöyleyin" demiyor mu Külliyatta açıklama yapılabileceğine dair sarahaten veya işareten izin veren, hatta buna emreden cümleler ile Konferans'ın o kayıtları da "zahiren" birbiriyle çelişmiyor mu O halde bu "zahirî çelişkinin" giderilmesi gerekir.

Bir defa Zübeyir Ağabeyin o sözleri "umumî" derslerle ilgilidir.

Hem "küllî" değil "mutlak" tır. Yani genel bir hüküm olup istisnalara açıktır. Önemli olan "kimlerin" ve "ne kadar" açıklama yapabileceğidir.

Her ikisine de cevap sadedinde, çok izahatta bulunan bir kardeşi uyarmak şöyle dursun, aksine onun kendini suçlu hissetmesine mukabil hizmetkâr bir ağabey: "Kardeşim! Sendeki ilim Risale-i Nur'dur. Senin başka bir sermayen yoktur. O yüzden izah sadedinde anlattıkların Risale-i Nur'a hep uygundur. İzah edebilirsin" demiştir. Nitekim bu hizmetkârların, kendi huzurlarında yapılan bu tür açıklamalı dersleri, sükût ederek tasvip ettiklerini internetteki birçok video kaydında da görmek mümkündür.

Açıklamanın ne kadarına izin verilebileceği hakkında "metinden fazla olmasın" şeklindeki teklifimizin sebebi ise, mazbut ve muayyen olmayan şeylerde ifrat veya tefrite düşülebilmesidir. O yöntem, pratik bir çözüm teklifidir. Yoksa yeri gelir, izahlar metinden fazla olabilir. (Lemaat'dan okunuyorsa.) Bazen de en küçük bir izah bile çirkin düşer. (17. Lem'a'nın kabre girişi hayalen yaşatan 12. Notası'nda olduğu gibi.)

ÜÇÜNCÜ SUAL: O halde Konferans'ta, izah aleyhine bu kadar katı sınırlar konulmasının sebebi nedir

CEVAP: Meslekler ilk ortaya çıktıklarında bozulmasın ve yozlaştırılmasın diye katı ve sıkı kurallar konur. Ne zaman ki, o meslek takarrür eder, kök salar, tarzı oturur, kemalini bulur ve kendisini doğru temsil edebilecek yeterince talebesi olur. İşte o zaman bu katı ve sıkı kayıtlar biraz daha esner.

Peygamber Efendimizin (asm) resim ve kabir ziyareti konusunda, başlangıçtaki men edici tavrı ile tevhid kalplere yerleştikten sonraki tasvipkâr tavrı aynı mıdır Ya da hadislerin yazılması konusunda başlangıçtaki yasaklayıcı tutumu ile Kur'ân yeterince ezberlenip koruma altına alındıktan sonraki izin verici tavrı aynı mıdır Yahut Selef-i Salihîn, müteşabih ayet ve hadislerin te'viline şiddetle karşı çıktıkları halde, Üstadımızın da dahil olduğu Halef uleması bunları neden hep te'vil etmiştir; değişen nedir

İşte, Risalelerin orijinal metni bırakılmasın, Nur dersleri yozlaştırılmasın ve Nurculuğu kendine benzetmek isteyen cazibedar malumatfuruşlara aldanılmasın diye Konferans'ta işin aslı bu şekilde tespit edilmiş ve böylece suistimalin ve yozlaşmanın önüne geçilmiştir. Yalnız bu hassasiyet gözetilmek şartıyla "şerh ve izah görevi" de verilmemiş değildir.

"Üstad bir konuyu okurken, başka bir yerde aynı mesele varsa onu da okurdu. Gerekirse o konuyla alakalı açıklamalar da yapardı. Gerekirse ayet mealleri de verirdi. Yani Üstad, yerine göre okuduğunu açıklar ve anlatırdı. Benim Üstadımızdan gördüğüm budur."1

Anlaşılan izah yasaklanmış veya sınırlandırılmış değildir. Bu meselede asıl korunması istenen sadece iki şeydir:

Birincisi: Meselelerin Risale-i Nur'un tespit ettiği şekliyle ve onun üslubuyla anlatılmasıdır. Örneğin namaz bahislerini okurken Risale-i Nur'da verilen özendirici bilgi ve temsillerle yetinmeyip eski kitapların verdiği o şiddetli ve ürkütücü bilgi, rivayet ve temsilleri aralara sıkıştırmak yanlıştır. Yani tedavi için Risale-i Nur'un kullandığı ilâçlara başka ilâçları da karıştırmak ve uyguladığı tedavi prosedürünü değiştirmek doğru değildir. Çünkü Sevgili Üstadımız o ilâçlardan günümüz hastalarında alerji yapmayanları seçmiştir.

İkincisi: İzahta bulunan kimsenin, dinleyiciler nazarında daha baskın hale gelip Risale-i Nur'a perde olmaması, dinleyenleri o ders yapan "şahsa bağlı" hale getirmemesidir. Yani izah yapanın "perde" değil "cam" gibi olması gerekir. Ama bu cam bir büyüteç şeklinde olabilir, bunun zararı yoktur. Zira cam olduğundan dolayı başka bir şeyi veya kendini değil, belki o metindeki daha ince nükteleri göstermektedir.