Mezhep ihtilaflarının sebep ve hikmetleri - 1

"Kur'ân ve Sünnet ortada dururken müçtehidler neden ihtilâfa düştüler ve aynı konuda farklı fetvalar verdiler İslâm tek ve hakikat bir değil mi Bir şey hem doğru, hem de yanlış olabilir mi"

Çok sorulan bu soru, uzaktan bakıldığında makul ve mantıklı gibi dursa da, işin içine girildiğinde "teferruatta" meydana gelen bu ihtilâfların ne kadar makul, meşru ve maksut olduğu anlaşılır.

Öncelikle bilinmelidir ki, müçtehid "müsbit değil muzhirdir." Yani kafasına göre dinî hükümler koyan değil, mevcut dinî metinlerden "Rabbimizin muradı ve bizden istediği nedir" sorusunun cevabını bulmaya "çalışan" ve örtülü bırakılan İlâhî maksatları açığa çıkarandır.

BİRİNCİ SUAL: "Peki, İlâhî maksatlar birbirine zıt mıdır ki, bazen olur fetvalar birbirine zıt düşer"

CEVAP: İlâhî maksatlar birbirine zıt değildir. Ama insanların fıtratları veya sosyal şartları birbirine zıt olabilmektedir. Bu durum, maksad-ı İlâhînin gerçekleşebilmesi için fetvaların da değişme- sini gerektirmektedir. İzahı gelecektir.

İKİNCİ SUAL: "Müçtehidlerin aynı dinî metinlerden farklı fetvalar çıkarmalarının sebebi nedir Bunun bir faydası mı var"

BİRİNCİ SEBEP ve FAYDA: Şeriatın Sahibi olan Hakîm-i Rahîm ile bu şeriatı açıklamakla görevlendirdiği Rasûl-ü Ekrem (asm) "teferruatta" ümmetin ihtilaf etmesini yani âyet ve hadislerden farklı hükümler çıkarmasını murat etmişlerdir. Bu amaçla birçok sözlerini farklı anlamlar çıkarılabilecek şekilde sevk etmişlerdir.

Böyle murat etmelerinin sebebi, bu ümmete olan merhametleridir.

Çünkü bu ümmet kıyamete kadar kendisine yeni bir şeriat gönderilmeden dört-beş çağ yaşayacak, farklı iklimlerde, değişik kültürlerde ve çeşitli şartlar altında bulunacaktır. Hâl böyle iken en küçük detaya kadar bütün hükümlerin kat'î ve katı kalıplarla belirlenmesi, hiçbir esneklik ve boşluk bırakılmaması bu ümmet-i merhûmeyi bunaltacaktı.

"Hâtemü'l-Enbiya'dan sonra ... muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır bırakılmıştır."1 Evet, insanların içinde bulunacakları şartlar, sorunlar ve ihtiyaçlar birebir aynı olmadığı hâlde "çözüm veya terbiye" tekliflerini teke indirgemek sıkıntılara yol açacaktı.

İşte bu yüzden nass'larda (ayet ve hadislerde) çoğu kez "bilinçli boşluklar" bırakılmış ve âlimlerden bu boşlukları murad-ı İlâhîyi ifade eden temel ilkelere uygun şekilde doldurmaları yani içtihad yapmaları ve çözüm üretmeleri, böylece ümmetin farklı kesimlerinden her birine uygun düşen doğru yolu göstermeleri istenmiştir.

Cenab-ı Hakkın ana çerçeveyi ve hudutları çizdikten sonra bu hudutlar içinde "bilinçli boşluklar" bırakması şeriatın daima genç kalmasını, esnekliğini, kolaylığını, yaşanabilirliğini, evrenselliğini, her çağa uyumunu ve her bir toplum için doğru çözümü üretebilmesini sağlamaktadır.

Bu anlamda Resûl-ü Ekrem (asm) Efendimiz buyurur ki: "Allah, size birtakım şeyleri farz kıldı, onları zayi etmeyin. Bazı şeyleri sınır olarak belirledi, onları aşmayın. Bazı şeyleri de haram kıldı, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyler hakkında ise unuttuğu için değil, size acıdığı için hüküm koymadı. Öyleyse bunları da araştırmayın."2

Demek ayet veya hadislerde bırakılan boşluklar "unutulduğu için değil" ya da nass'lardaki anlam çeşitliliği "kafaları karıştırmak için" değil, bilâkis o konularda farklı içtihadlara alan açmak, böylece şeriatı genişletmek ve insanları rahatlatmak içindir.

Nitekim Cenab-ı Hak da: "Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sorup durmayın! Eğer onları Kur'ân indirilirken sorarsanız size açıklanır..." buyurmuştur.3 Bunun anlamı: Her detayın hükmünü bize açıklatmayın ki, içtihad ve ihtilaf konusu olmaktan çıkıp da sizin için bağlayıcı hâle gelmesin! Yoksa tek bir hükme hapsolur ve darlık çekersiniz, demektir.

Gerçekten İsrailoğulları bu hatayı yapmışlar, kendilerine "bir inek kurban etmeleri" emredildiğinde onlar bu kurbanın niteliklerini sordukça sormuşlar ve her sorduklarında da o inekle ilgili yeni bir şartın açıklanmasına sebep olmuşlar, nihayet o vasıfları taşıyan bir ineği neredeyse bulup kesemeyecek duruma düşmüşlerdir.4

İKİNCİ SEBEP ve FAYDA: Temel prensiplerin belirlenmesi ve bunlarda ittifakın sağlanması elbette şarttır ve öyle olmuştur. Fakat iş bu prensiplerin uygulanmasına gelince bunda da tek bir yol ve yöntemin belirlenmesi, o prensiple gözetilen asıl maslahat ve faydaların gerçekleşmesini imkânsız kılabilmektedir.

Örneğin, sağlığımız için su en temel gıda ve vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Ama asıl olan "sağlığın korunması" maslahatıdır ve "kişinin su içmesi" bu maslahat esas alındığında -o anki durumuna bağlı olarak- tıbben farzdan harama kadar farklılık gösterebilir. Demek, teferruatta ahkâmın değişmesi, alternatif ve hatta birbirine zıt hükümlerin devreye girmesi haktır, doğrudur ve maslahattır.

Aynen bunun gibi dinin uygulanmasında ve detaylarında da iklimden iklime, kültürden kültüre farklı hüküm- lerin bulunması bir gerekliliktir. Evet, "Dört mezhep de haktır. Füruatta detayda hak taaddüd eder birden fazla olur."5

Bir kültürde maksadı hasıl eden bir uygulama, başka bir kültürde zorluğa sebep olabilir. Bu yüzden dinî metinler bu farklılığı tolere edecek esnek bir şekilde "sübut" bulmuş, bize öyle "intikal" etmiş ve mezhepler de hitap ettikleri insan tipine göre bu boşlukları, esas maksat ne ise onu gerçekleştirecek şekilde doldurmuştur.