Selâhaddin Çelebi anlatıyor:
"Denizli hapsinden tahliyeden sonra iki gün otelde Üstad'ın hizmetinde kaldım. Üstad'ın ağaçtan olan yemek kaşığının sapı kırılmış, ince bir çivi ile perçin yapılmıştı. Ben çarşıdan güzel bir kaşık almış, o kaşığı da çöp sepetine atmıştım. Akşam yemeğini götürdüğümde Üstad ağaç kaşığını aradı. Çöpe attığımı söyleyince:
'O benim otuz senelik arkadaşımdı. Onun kıymetine paha biçilir mi! Derhal onu bul ve getir!' dedi.
Hemen çöp sepetine koştum. Bereket versin, bir yağlı kâğıda sarmıştım, aynen duruyordu. Suda kaynatıp Üstad'a teslim ettim."
Abdullah Gayretlioğlu anlatıyor: "Bir gün Zübeyir, tamir etmem için Üstad'ın çay kaşığını getirmişti. Kaşık ortasından kırılmıştı. Alüminyum olduğu için kaynak da tutmuyordu. Gidip 10 kuruşa yeni bir kaşık aldım ve Üstad'a götürdüm. Bana:
'Kardaşım! Sen bilmiyor musun, bu kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdır' dedi.
Çaresiz dükkâna döndüm. Küçük bir sacı kıvırarak sapı içine geçirip tamir ettim. Geri götürüp Üstad'a takdim ettiğimde öyle memnun oldu ki, bana 25 kuruş verdi."
Bazıları bu hatıralardan sadece iktisat dersi çıkarabildi!
Barla'da, evinin önündeki çınar için Bediüzzaman Hazretleri derdi ki:
"Ehl-i hükümet Başka rivayette 'Menderes' gelerek: 'Eğer razı olursan, şu ağacın bir dalını keseceğiz. Sana da 10.000 altın vereceğiz. Bu parayı Risale-i Nur'un hizmetinde sarf edersin' deseler, vallâhi razı olmam!"
Ne gariptir ki, Nur hizmetinin sembolü olan bu ulu çınarın, Üstad'ın çardağını taşıyan ana dalı, 1980 İhtilâli sonrasında kesilmiş, sonradan yerine protez dal yapılmıştır.
Üstad Nursî'nin (ra) bu çınar ağacı hakkında bu kadar "tavizsiz" konuşmasını bazıları ona olan merhametine hamletti. "Gurbette bu çınarın kucağında çok zikrettiği için böyle diyor" zannetti.
Halbuki burada bir tembih ve keramet gizlenmişti. Üstad, sanki şunu demek istiyordu: "Ehl-i hükümet size derse ki: 'Üstad'ınızın tahtını taşıyan şu ana dalı (ekolü) kesmemize izin verin, biz de size daha çok hizmet edebilmeniz için imkân ve destek verelim.' Böyle bir teklif olursa -ki olacaktır- sakın cemaat içinde sadakatle hizmet eden bir dalı satmayın!"
Vâ esefâ! Mübarek safdiller, hakkı değil, aslında kuvveti sevdiklerinden, hakka değil hep kuvvete boyun eğdiklerinden her defasında bunu anlamadı!
1934'teki Eskişehir hapsi öncesinde Üstad Hazretleri Barla'dan alınıp Isparta'ya getirilmiş ve burada 9 ay gözetim altında tutulmuştu. Bu dönemde ona hizmet eden Mehmed Gülırmak (1911-1997) anlatıyor:
"Nur Talebelerine çok eziyet eden polis Dündar -ki, Üstad ona 'Murdar' derdi- devamlı Üstad'ın hanesini gözler ve gelenleri yazardı. Bir gün su taşırken bana:
'Şubede pusulan çıkmış. Seni şubeye kadar götüreceğim!' dedi.
Gelip Üstad'a söyledim. Üstad 'Çağır onu buraya!' dedi. Gidip söyleyince adamın rengi attı. Üstad polise: 'Ne var, niye çağırıyorsun!' dedi.
'Efendim, pusula geldi de...' diye lafı geveledi.
'Beni iyi dinle! Ben buraya geldiğimden beri hep bereket için dua ettim. Hiç kahır için dua etmedim. Emniyet amirine selam söyle. Bu benim gözümün nazlı karasıdır. Eğer Mehmed'e dokunursanız, ona tek bir fiske vurursanız, bana Isparta'nın altını üstüne çevirttirirsiniz! (Sonra sert bir şekilde) Haydi git!' dedi. Polis Dündar: