Hizmette öncelik mesleği korumaktır

SADAKATSİZ BİR HİZMET, İHLÂSLI BİR HİZMET DEĞİLDİR!

Sadakat, kaynağını şeriattan alan din hizmeti prensiplerine ve o prensiplerle yoğrulmuş bir mesleğe bağlı kalmaktır. İhlâs ise, bu meslekî prensiplere bağlı kalmak suretiyle Rabbimizin rızasını kazanmayı esas maksat yapmak, daha başka rızaları aramamaktır.

Evet, bir hizmet gerçekten Allah için yapılıyorsa, O'nun istediği şekilde yapılır. Eğer o şekilde yapılmıyorsa, o hizmet Allah için değildir.

Bu yüzden sadakat ve ihlâs o kadar iç içedir ki, birinin olmadığı yerde diğeri de bulunmaz. Daha açık bir ifadeyle, meslekî prensiplerden taviz vererek yapılan sadakatsiz bir hizmet, ihlâslı bir hizmet sayılmaz.

İşte bu sebeple ihlâs -bilinenin biraz ötesinde- "Bir hizmeti Allah için yapmak" tan ziyade "Allah'ın istediği şekilde yapmak" yani sadakat demektir. Risale-i Nurlar'da da "İhlâs bizi men ediyor" denildiğinde bu ikinci anlam (sadakat) kastedilir.

O hâlde nasıl ki, umreye gidebilmek için faizli kredi çekilmez; Allah aşkın böylesini sevmez, aynı şekilde "kesret-i etbâ" veya "fazla muvaffakiyetin" öncelendiği bir hizmetten de Allah razı olmaz. Zira hizmet bunlara endekslendiğinde zamanla ne istiğnâ kalır, ne de istikamet. Ne liyakat kalır, ne de hakkaniyet. Ne kuvvet kalır, ne de izzet.

İşte böyle meslekî hizmet prensiplerinden verilen tavizler yani sadakatsizlikler, dine zararı en çok veren hatalar olup mücahidin elbisesine her türlü necaseti bulaştırır. İhtiyarıyla necaset bulaşmış bir elbise ile kılınan bir namazı ise Allah kabul etmez. Kalbinin temiz oluşuna güvenmesi Şeytan'ın aldatmasıdır, beş para etmez.

CEMAATİ KAÇIRMAMA GEREKÇESİYLE DE OLSA MESLEKTEN TAVİZ VERİLMEZ

Zübeyir Gündüzalp (rh) anlatıyor: "Muazzez Üstadımız zaman zaman Nur'un erkânı olan ağabeylere şöyle ders verir ve derdi ki: 'Şah-ı Geylânî (ra), İmam-ı Rabbanî (ra) gibi zatlar da gelseler: "Said! Sen bu tarzda devam edersen şu birkaç bîçareden başka şakirdin olmayacak. Hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını şöyle bir parça değiştirsen -yani siyasetvârî veya tasavvufvârî gidiversen- bütün memleket senin şakirdin olacak. Hatta başbakan ve reis-i cumhur da sana şakirt olup, gelip elini öpecekler" deseler, ben bu tarzımı bırakmayacağım' buyururlardı."1

O yüzden neden bazı has talebeler gibi esnek davranmadığı kendisine sorulduğunda Zübeyir Gündüzalp (rh): "Onlar, şerait ağır düşüncesiyle şefkatkârane, muhafaza edici şekilde gidiyorlar. Ben ise Üstad'ımın ve Risale-i Nur'un, meslek ve meşrebini muhafaza üzerine hareket ediyorum" cevabını vermiştir.2

İdamla yargılanırken Bediüzzaman'ın -hizmet edebilmek için hayatta kalması gerektiğini hiç önemsemeden- "Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım" demesi, değil makam veya adam kazanmak pahasına, hatta Said gibi harika bir canı yaşatmak pahasına dahi olsa, tek bir hakikatten taviz verilmemesi gerektiğinin haykırılmasıdır.

Evet "Cenab-ı Hakkın rızası, ihlâs ile kazanılır; kesret-i etba' ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için istenilmez, belki bazen verilir."3

Yalnız bu "tavizsizlik" tavrı meslekî prensiplerle ilgilidir. Hata yapan şahıslara karşı ise, onların şahsî ve hususî hatalarına karşı gösterilmesi gereken tavır "müsamaha" olup taviz vermek değildir. İyi bir lider şahıslara karşı yumuşak ama prensiplerde katı, kötü bir lider ise şahıslara karşı katı, prensiplerde ise yumuşak olur.

Üstad'ın 3 kere okuduğu Tarihçe-i Hayat için "10 Ordu kuvvetindedir"4 demesinin de bir sebebi, onun baskı ve fitneler karşısında asla sapmayan o istikametli çizgisini ve taviz vermeyen o izzetli mesleğini ortaya koymuş bir eser olmasındandır. Demek bu mesleğin kendisi "10 ordu kuvvetindedir" tavizlere gerek yoktur.

MESLEKÎ TAVİZİ GEREKTİRİYORSA BÜROKRATİK HÂKİMİYETİN BİR ÖNEMİ YOKTUR

Risaleleri Latin harfleriyle ilk bastıranlardan Mustafa Cahit Türkmenoğlu (1930-2007) anlatıyor: "Ankara'da görülen davadan tahliye olur olmaz Tarihçe-i Hayat'ın basılması istendi. 1958 Bu arada ben Üstad'ı ziyaret ettim. Hukuk Fakültesini de bitirmiştim. İçimde makam ve mevki sahibi olma arzusu belirmişti. Üstad'ı ziyaretimde bana:

- 'Kardeşim! Sana mebusluk, valilik, Diyanet İşleri Başkanlığı verilse, bunları mı kabul edersin Hem de serbest hareket edeceksin. Yalnız cüz'î şeylerde onlara ittiba edeceksin. Kabul etmediğin takdirde ise hem seni hem de kardeşlerini hapse atacaklar. Bunu mu kabul edersin' dedi.