Hakperest ehl-i kitabın ve kâfirlerin ahiretteki durumları (1)

ARAŞTIRMA-İNCELEME

"Üstadımız [ziyaret için] Barla'da iken Eşref Edip'in yazdığı İslâmiyet ve Kur'ân hakkında takdir ile kanaat izhar eden [Alman devlet adamı] Prens Bismarck (1815-1898) ve [İngiltere'de İslâm'a karşı önyargılı bakışa meydan okuyan İskoç tarihçi Thomas] Carlyle (1795–1881) gibi 40 küsur ecnebi için 'İsimlerini yazın, ben bunlara dua edeceğim' demişti.

"Biz de bir kâğıda yazdık, Üstad onu yanında muhafaza ediyordu. (Üstad: 'Bazıları, meselâ bir-iki tane, bu güzel yazılarından dolayı kabirlerinde onlara iman telkin edilir' demişti.1

"Üstad, bir-iki ay sonra kendisini ziyaretine gelen bazı zevata, bu feylesoflara dua ettiğini söyledi. Bunların bir asır önce yaptıkları bu müsbet beyanatlarıyla İslâm'ın inkişafına ve bazılarının İslâm'a girmelerine vesile oldukları için kabirlerinde istifade edeceklerini beyan buyurdu.

"Manisa ulemasından İsmail Hakkı Zeyrek'e bu hadiseyi anlattığımda o çok hayret etmişti."2

***

İsmail Hakkı Zeyrek, Üstadın onlara dua etmesine şaşırmakta haklıdır. Ancak duayı/dostluğu yasaklayan ayet-i kerimelerdeki bazı kayıtlar da gözden kaçırılmamalıdır. Sanki asıl yasaklanan, Allah'a ve Resûlü'ne "düşmanlık edenlerle" dost olmaktır.3 Veya duayı "Cehennemlik oldukları belli olanların" affı için yapmaktır. Nitekim Hz. İbrahim de (as), putperest babası için bir süre istiğfar etmiş ise de babasının küfür üzere öldüğü kesinleşince istiğfarı terk etmiştir.4

Yukarıdaki hatırada söz konusu olan şahıslar ise İslâm'a düşmanlık yapmak şöyle dursun, dinlerinde mutaassıp Avrupalılar içinde büyük bir cesaretle İslâm'ı savunan ve ahirzamandaki "Müslüman Îsevîlerin" öncüleri sayılan hakperest ilim ve fikir adamlarıdır ve bunların nasıl bir iman üzere öldüğü bizim meçhulümüzdür. Keza Üstad Bediüzzaman'ın onlara ne şekilde dua ettiği de meçhulümüzdür.

O halde yukarıdaki hatırada Üstad Bediüzzaman'ın (ra) neyi kast etmiş olabileceğini anlamak için öncelikle Külliyat içindeki dört meseleyi hatırlamak ve yorumu bu dört meselenin belirlediği sınırlar içinde kalarak yapmak doğrudur.

BİRİNCİ MESELE: "Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur'âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; 'dinsiz bir Müslüman' denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur'âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; 'gayrimüslim bir mü'min' tabirine mazhar oluyorlar. [...] İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz."5

Demek prensip olarak iman etmeksizin İslâmiyeti övmek ve savunmak "tam bir kurtuluş" için yeterli değildir. Ama bu hayırlı hizmet, boşa gidecek de değildir.

İKİNCİ MESELE: "Eğer o [harp] felâketi[ni] çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir."6