Hevâlarını ilah edinenler
ABDULLAH YILDIZ
Yaklaşık iki yüz yıldır tepeden inmeci bir yaklaşımla halkımıza planlı olarak dayatılan liberal hayat tarzı, ihtiraslarına gem vurulamayan bir insan-toplum tipi üretti.Aliya İzzetbegoviç'in ifadeleriyle, Batı'ya karşı büyük eziklik hissettikleri ve İslami kültürle de manevî-ahlakî bağlarını kopardıkları için temel dinî ölçütleri çok hızlı bir şekilde terk eden modernist-liberaller, onun yerine Batıya ait ne varsa ikame ederek (bak: İslam Deklarasyonu, 2014, s. 21-27) hevâperest, süflî bir yaşam biçimi inşa ettiler.
Önceleri, "ferdî hürriyetleri öne alan iktisadi ve siyasi doktrin"; "serbest fikir ve hareket taraftarlığı" şeklinde tanıtılan ve dilimizde "ahlaki ölçü ve kayıtlara aldırışsızlık" ve "geniş mezheplilik, ahlaki serbestlik", olarak da anlaşılabilen "liberalizm", modernizmin doğal sonucu olarak, ahlaki bir kayıtsızlığa ve çürümeye yol açtığı için de "hevâperestlik" diye isimlendirebileceğimiz 'hayvani arzu ve isteklerin tanrılaştırılması' sefaletine evrildi. Kur'an, bu insan tipini şöyle tanımlar: "Kendi hevâsını (arzu ve tutkularını) ilâh edineni gördün mü" (Furkan, 25/43; Câsiye, 45/23).
Gerçek şu ki, son iki yüzyılda her türlü hayasızlığın ve yenilerde insan fıtratına adeta savaş açan eşcinsellik gibi sapkınlıkların fütursuzca savunulabildiği ifsatları 'hak' olarak gören seküler Batı uygarlığı, felaket boyutunda bir erdemsizliğe ve iç boşluğa yuvarlandı. Bunların temelinde de kişilerin -sapkınlıklar dâhil- her seçimine saygı göstermeyi salık veren liberal toplum telakkisi var. Ruhi zayıflık, ahlaki kayıtsızlık, ferdiyetçilik, anlamsızlık, tamahkârlık, sefahat, çılgın tüketim, şiddet... Batılı toplumları ve onlara öykünen Türkiye toplumunu -noel kutlamaları örneğinde olduğu gibi- içten içe çürütmektedir.
Kur'an bize gösteriyor ki; çılgınca tüketimi amaç hâline getiren (Beled, 90/6; Hümeze 104/2-3), serveti belli ellerde toplayan (Kâf, 50/36; Mücadele, 58/7), para kazanmak için her yolu meşru sayan (Bakara, 2/188; Hûd, 11/85), zevkine düşkün (En'âm, 6/44; Furkan, 25/58), nefsi arzularını putlaştıran (Furkân, 25/43-44), ahlaken çökmüş (A'râf, 7/80-84; Ankebût, 29/28-29) ve yaşamlarındaki bütün güzellikleri yiyip bitirmiş (Ahkâf, 46/20) toplumların hayatta kalma şansları yoktur ve helak olmaları yakındır.
Bu ahlaki kayıtsızlığa ve sınırsız ihtirasa dikkat çeken bazı insaflı düşünürlere göre, "insan ihtiraslarını sınırlayacak mutlak bir ahlak olmadan sağ kalabileceğimiz kuşkulu görünmektedir" (NPQ, 1991, 1/1.).
Sistem dünya genelinde çıkmaza girerken, iki yüz yıldır Batı ile bütünleşmeye çabalayan elitlerimiz, doktoru can çekişen hastanın trajedisini yaşamaktadır. Batılıların kendi ihtiyaçları için ürettikleri politikaların, "gönüllü sömürgecilik" anlayışıyla ülkemizde uygulanması ise, bizi tükenişin eşiğine getirmiştir. Buzdan payandalar üzerine oturtulan ve tepeden inmeci bir mantıkla halka dayatılan seküler resmî ideoloji çoktan erimiş, ahlaki ve felsefi bir temeli bulunmayan bu yabancı ideoloji

4