Türkiye-Batı ilişkileri Ukrayna savaşının gölgesinde yeniden ivme kazanacak

Batı karşıtlığı ülkemizde en çok prim yapan hususlardan birisi. Batı'da da İslam veya Türk karşıtlığı en çok prim yapan konuların başında geliyor. İki tarafta da bu duygular zaman zaman yükseliyor, zaman zaman azalıyor. Uluslararası ilişkilerde en önemli kavramların başında eskilerin deyimiyle hikmet-i hükümet (raison d'etre) gelir. Bu kavramı 'devletin varlık nedeni' diye nitelendirebiliriz. Uluslararası alanda her devlet hayatta kalmak istediğine göre devletin varlığına yönelik tehditler ortaya çıktığında hikmet-i hükümet devreye girer. Bunun olmadığı zamanlarda ise kültür veya ülke içi etnik tartışmalar gibi diğer konulara alan açılır. Batı ile karşılıklı ilişkilerimizi de bu perspektiften değerlendirmekte fayda var. İki tarafta da kendilerine yönelik varlıksal tehditler olduğu zaman kültür gibi farklılıklar geri plana atılmakta, bunun yerine iş birliği olanakları öne çıkarılmakta. Bu durum, tarih boyunca birçok kez gerçekleşmiş durumda. Hristiyan Birliği'ni bozmak için Kanuni'nin verdiği kapitülasyonlardan tutun, Osmanlı'nın Avrupa Devletler Sistemi'nin içinde kurduğu karmaşık ilişkiler ağına kadar olan bu. Son üç yüzyılda Rusya'nın giderek güçlenmesi nedeniyle hem Batı'da hem bizde devletin varlık nedenine ilişkin tehditler genelde Rusya'dan geldi. Geniş kaynaklarıyla Rusya, doğusunu ve güneyini, ABD'nin batısını sömürgeleştirdiği gibi hızla sömürgeleştirdi. Ünlü Fransız siyaset bilimci Alexis de Tocqueville'in 1830'larda belirttiği gibi gelecek ABD ve Rusya'nındı. Batı-Türkiye ilişkileri: Rus gücünün altında bir sarkaç İşte böyle bir ortamda Batı Dünyası ile Osmanlı'nın ve Türkiye'nin ilişkisi Rusya'nın güçlü olup olmamasına bağlı olarak sıkça değişkenlik gösterdi. Rusya güçsüz olduğu zamanlarda hem Batı'da hem Türkiye'de kültür ve medeniyet tartışmaları gibi hususlar öne çıkarıldı, iki taraf birbirini itti. Rusya güçlü olduğunda ise Batı ve Türkiye'yi mıknatıs gibi birbirine çeken veya iş birliği zemini oluşmasına yol açan hususlar ortaya çıktı. Türkiye'nin 1856'da Avrupa Konseyi'ne, İkinci Dünya Savaşı sonrasında NATO ve diğer Batı ittifakı sistemine girmesine yol açan en önemli neden güçlü ve dizginlenmesi gereken Rusya idi. Soğuk Savaş sonrasında Rusya'nın güçsüz hale gelmesi de hızla kültür tartışmalarının alevlenmesine yol açtı. İşte bu ortamda 1993 yılında Samuel Huntington, o ünlü medeniyetler çatışması tezini yazdı. İslam ayrı bir medeniyetti. Türkiye arada kalmış bir ülkeydi. Batı'nın bir parçası değildi. Bu dönemde Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri de sarkacın yön değiştirmesi nedeniyle kültür konularına saplandı kaldı. İki taraf birbirinden uzaklaştı. Rusya'nın Putin döneminde adım adım gücünü yeniden toparlamaya başlaması, Sovyetler dönemindeki gücüne erişmek için çabaları, topraklarını genişletme arzusu Batı ve ülkemiz ilişkilerinde yeni bir sayfanın adım adım açılmasına neden oluyor. Osmanlı'nın "Şimal Ayısı" dediği ve kendisine son iki yüz yılında en büyük tehdit hissettiği Rusya'nın Ukrayna saldırısı ülkemizi yeniden