Dünya büyük bir dönüşüm geçiriyor. Bildiğimiz ezberler bozuluyor. Dünyanın değişen jeo-stratejik ve jeo-ekonomik dönüşümüne yakından bakalım.
ABD'nin hegemonyası sorgulanıyor.
ABD hâlâ baskın güç. Özellikle teknoloji ve inovasyon konusunda değer yaratan yetkinlikleri herkesin dikkatini çekiyor. Doğal kaynakları bakımından zengin. Kendine yeterliliği yüksek. Yumuşak güç bakımından dünyada başka bir örneği yok. Herkesin gitmek istediği ilk ülke.
ABD'nin II. Dünya Savaşı sonrasındaki hegemonyal konumu giderek sorgulanıyor. ABD her ne kadar zengin ve güçlü kaynaklara sahip olsa da, kaynaklarının aşındığının farkında. Başta Avrupa'daki müttefikleri olmak üzere birçok müttefikine Batı ittifakının savunmasına daha fazla katkıda bulunması için baskı yapıyor. Bunda da bir noktaya kadar başarılı oluyor.
ABD'nin içinde ABD'yi genel dünya meselelerinden koparmak ve kendi içine kapanmasını sağlamak isteyen tarihsel olarak güçlü bir blok da var. ABD'nin Japonya, Almanya, Tayvan gibi ülkelere verdiği aşırı ve gereksiz güvenlik şemsiyeleri bu kesimler tarafından sıklıkla ABD'yi gereksiz bir savaşa sokacağı nedeniyle eleştiriliyor.
ABD'nin tarihte birkaç kez daha hegemonyasının aşındığı dönemler olmuş, ABD bu aşınmaları yeniden restore edebilmişti. Şimdi restore edip edemeyeceği önümüzdeki dönemde dünya gündemindeki en önemli konuların başında olacak.
Avrupa: Yaşlı kıta, son şansını da kaybediyor.
Avrupa, dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip bölge. Wall Street Journal'ın son dönemde yayınladığı bir makalede, Avrupa'nın giderek zemin kaybettiği görülüyor. 2008 yılında hemen hemen AB ile ABD aynı ekonomik büyüklüğe sahipken, bugün ABD, AB'nin iki katı ekonomik büyüklüğe sahip. Avrupa, bütünleşik bir pazar olarak Çin, ABD, Hindistan gibi devasa büyüklükte yapılarla rekabet etmeli ve nüfusunu yeni göç dalgalarıyla güncellemeli iken, giderek azalan refahın da etkisiyle aşırı sağın yükseldiği, iç çekişmelerin arttığı, İngiltere'nin bloktan ayrıldığı bir döneme giriyor. "AB'nin güçlü bir geleceği olacak mı" sorusuna giderek daha fazla kişi "Hayır" yanıtını veriyor.
Avrupa'nın lokomotiflerinden Almanya'ya daha fazla savunma harcaması baskısı yapılırken, Fransa'nın da son dönemde elindeki kolonilerinin ve koloni etkisindeki güçlerinin kaybına yönelik baskılar artıyor. Avrupa ülkelerinin tümü, İngiltere de dâhil olmak üzere, sürekli azalan güçlerini dünyadaki yeni jeopolitiğe uydurmaya çalışıyor.
Rusya: Büyük güçlerin hasta adamı
Rusya, tarih boyunca her zaman gelgitleri olan bir güç idi. Ruslar zaman zaman geri gitse de, Avrupa güç politikalarının en önemli merkeziydi. Ünlü Fransız Siyaset Bilimci Alexis de Tocqueville, 1830 yılında yazdığı "Amerika'da Demokrasi" kitabında geleceğin Rusya ve ABD arasında olacağını söylüyordu. Bu oyun oynandı ve bitti. Rusya kaybetti.
Şimdi ise Rus politik kültürünün yansımaları yeniden ortaya çıkıyor. Putin, çarların döneminde olduğu gibi, toprak ele geçirerek gücüne güç katmaya ve iktidarını sağlama almaya çalışıyor. Bu durumun Rusya gibi yaşlanmış, birçok toplumsal sorunu olan, kendini yenileme kapasitesini kaybetmiş bir ülkenin geleceğine çok olumsuz etkileri oldu, oluyor.
Rusya, bu aşınan gücünü Çin ile çok kutuplu siyaset vurgusuyla aşmaya çalışıyor ama Çin'in hızla artan nüfusunun aynı Soğuk Savaş döneminde Çin-Sovyet Sınır Çatışmalarına neden olarak iki ülkenin yollarının ayrılmasına neden olduğu gibi yeni krizlere gebe olması olası. Rusya ve Çin eninde sonunda yollarının ayrılacağı ve Rusya'nın nüfus eksikliği çeken bölgelerinde Çin nüfuzunun artacağı ve bunun da yine Rus-Çin çekişmesine yol açacağı bir döneme girilmesi olası. Rusya'nın Japonya'yla Kuril Adaları sorunu da eklenince Rusya'nın geleceği daha da belirsizleşiyor.
Çin: Nerede duracağı veya durup
durmayacağı merak edilen ülke
Çin dünyanın son dönemde ilgi merkezi olmaya devam ediyor. "Çin büyümesi gelip geçici mi, yoksa hegemonyayı zorlayıp alaşağı edebilir mi" en çok yanıt aranan soru. Japonya, geçmiş dönemde Çin ile aynı yollardan geçmiş, önce ucuz ürünler üretirken sonra dünyanın saygı duyduğu ürünleri üreten bir hale gelmişti. Japonya'nın geçtiği yolda, Japonya'nın da hegemonyayı sorgulayıp sorgulayamayacağı sıkça tartışılmış, sonrasında Japonya yavaş yavaş büyüme etkilerini kaybeden sakin bir döneme girmişti. Çin için aynısının olup olmayacağı bugünün sorusu.

137