"Hem çok müşkilpesend olma!" - Kapanması gereken kapılar - 16

Bediüzzaman Kastamonu Lahikası mektuplarının birinde bir talebesine çok önemli ikazlarda bulunur.

Risale-i Nur hizmetleri ve Talebeler arasında nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair hizmet prensipleri verir. Şöyle. "...Müsamahakârane geçininiz. Birbirinizin kusurunu görmeyiniz, tevil ediniz. Herkes senin gibi kahraman olamaz. Hem çok müşkilpesend olma. Aza kanaat ile, talebelerin az hizmetlerini de takdir et; tâ şevkleri kırılmasın. Hem Risale-in Nur'un dairesi geniştir, darlaştırma. Tâ ki aleyhdarlık fikri talebelere ve muhtaçlara ve siyasetçilere inad girmesin. Çünkü dinsizlerin safında dahi fakat istikbalde Risale-in Nur'un talebeleri var diye ümid ederiz."1

Müşkilpesent olmamak!

Müşkilpesent, aşırı itina gösteren, titiz olan, zorla beğenen manasında bir kelimedir. Bu kelime işi zora sokan, kolay kolan razı olmayan, aza kanaat etmeyip hep şikâyet taraftarı olan mizaçlar için kullanılır.

Yukarıdaki mektupta müşkilpesent olmamamın ön şartları ifade edilmiş diyebiliriz.

Nur talebeleri birbirlerine karşı müsamahakâr olacak, birbirinin kusurunu görmeyecek, görse de tevil edecek. İlginçtir, Nur Talebeleri'nin kusuru olmaz denmiyor. Kusur olacak ancak, o kusur uhuvvet, tesanüd ve ittihad sırrıyla görülmeyecek veya tevil edilecek. Herkesten kahramanlık beklenmeyecek. İşi zora sokmadan hizmet edip aşırı titizlik gösterilmeyecek. Az da olsa yapılan hizmetlere kanaat edilecek. Diğer talebe kardeşlerin az hizmetleri takdir edilecek. Onların şevkini kıracak hâl ve davranışlardan kaçınılacak. Bir başka Kastamonu Lahikası mektuplarından Risale-i Nur dairesinin geniş olduğunu bilerek gelen kısmı dikkate alacak. "Risale-i Nur, bir daire değil; mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakat var."2

Hilm ve teenni ve ulüvv-ü cenab göstermek

Üstad Bediüzzaman, talebesi Ahmed Nazif'e ehemmiyetli bir mektup daha yazar. Bu mektupta da Risale-i Nur'un kolayca hüsn-ü intişarının, talebelerinden üç şey istediğini belirtir. Şöyle: Birincisi: İtidal-i dem. Yani hilm ve teenni ve ulüvv-ü cenab göstermek.

İkincisi: Vazîfe-i hizmette kanâat etmek, müşkilpesend olmamak. Yani bu acib hâlât-ı ruhiyede ve ahlâk bozulması bir zamanda bazı zâtların Risale-i Nur'dan cüz'î istifadelerini kabul etmek. Sair kusurlarına binâen reddetmemek. Üçüncüsü: Kendi vazîfemizi yapmak, Cenab-ı Hakk'ın vazîfesine karışmamak. Yani muvaffak etmek ve halklara kabul ettirmek ve hüsn-ü tesir vermek; Cenab-ı Hakk'ın vazîfesidir, bize ait değildir. Biz yanlış bir tedbir ile kaçırmamak şartıyla ne kadar onlar kaçsalar, çekilseler belki de itiraz etseler, biz me'yus olmamalıyız, şevkimiz kırılmamalı. Belki daha ziyade ihlâs ile çalışmalıyız."3