Taassub, tadlil-i gayr, safsata

Kapanması gereken kapılar -68

"Müyûlât meyiller muhtelif olduklarından, taraftarlık hissi, herşeye parmak vurmakla ihtilâfatla ihtilâl çıkarıldığından, hakîkat ise kaçıp gizlenirdi. Hem de istibdad-ı hissiyatın hislerin baskısı ve tahakkümünün seyyielerindendir ki: Mesalik meslekler ve mezahibi mezhepleri ikâme edecek, gâliben taassup veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Hâlbuki üçü de nazar-ı şeriatta mezmum zemmedilen, aşağılanan ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye insanın hemcinsine olan bağlılığına ve teâvün-ü fıtrîyeinsanın yaratılışında var olan yardımlaşma duygusuna münâfîdir aykırıdır."1

Demek ki insanın duygu ve hislerini baskı altına alan istibdad-ı hissiyâtın günahlarından olan, meslekleri ve mezhepleri devam ettirecek olan, galip durum ve vaziyet taassub veya tadlil-i gayr veya safsata olarak ifade edilmiş.

Taassub; bir şeye veya kimseye aşırı meftun olmaktır. Benimsediği fikri körü körüne savunma anlamında bir kelimedir. Tadlil-i gayr; başkalarının sapıklığına hükmetmedir. Safsata ise; gerçek dışı fikri karşı tarafa kabul ettirmek için başvurulan, görünüşte doğru gibi göründüğü hâlde gerçekte yanlış olan kıyastır.

Bu üç istibdad-ı hissiyâtın günâhı olan vaziyet, âlem-i İslâm açısından asırlardır cehaletle içimizde yaşamış ve İslâma mümanaat eden perdeler olmuştur. Asırlardır Müslümanların meyilleri ve fikirleri teşettüt edip muhtelif olduklarından, taraftarlık hissi, her şeye parmak vurmakla ihtilâflarla ihtilâl çıkarıldığından, hakîkat ise kaçıp gizlenmiştir. İşte Bediüzzaman'ın maksadı o elmas kılıca cilâ vurmak olmuştur. "Fahr olmasın, zaman-ı sabâvetimden beri üssü'l-esâs-ı meslekim, ifrat ve tefritle hakaik-i İslâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlerine saykal vurmak idi. Bu mesleğime târîh-i hayâtım, pek çok vukuatıyla şehadet eder."2 demiştir.

Öyleyse taassub, safsata ve tadlil-i gayr yerine neler yapılmalıdır

"Halbuki, taassup yerinde hak; ve safsata yerinde burhan; ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse, hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez."3 diyen Bediüzzaman veciz şekilde meseleyi vuzuha kavuşturmuştur.

Demek taassub yerinde hak taraftarı olmak gerekir. Çünkü hak, kuvvetin üstündedir. Kuvvetli olan haklı değil, haklı olan kuvvetlidir. Çünkü kuvvet hakta ve ihlâstadır. Bu hakîkate binâen hak bütün berraklığı ile daima üstündün. Ya bilkuvve, ya da bilfiil. Neticede bağnaz ve tutucu söz ve fiiller, hak karşısında mağlup olmaya mahkûmdur. Onun için "El-Hakku Ya'lû Velâ Yu'lâ Aleyh"4 (Hak yücedir ve hiçbir şey ondan daha yüce değildir) sırrı her daim gâliptir. Hakkın kuvvete mağlûbiyeti, istibdâdî sistemlerde olur. Meşrûtî sistemlerde dâima hak galip ve üstündür.

Safsata yerinde burhan ile konuşmak, delil getirmek ve müdellel olmak lâzımdır. Safsata, delilsiz, hakîkate mugayir saçma-sapan söz, hâl ve tavırlardır. Burhan ise, davaya sadakatte en tesirli delildir. Yani bir insan savunduğu ve taraftar olduğu fikir ve davasını burhan ile ispatlamış olur. Şüphelerden en sâlim olan yol, burhan ve delil getirmektir. İnsanlar burhan ile hareket ettiğinde "Makasıd ulaşılmak istenen maksat ve mesalik meslekler, burhan-ı katı' üzerine teessüs ve her kemâle mümidd temdit eden, uzatan olan hakk-ı sabit doğruluğu ispat edilmiş hak ile hakaikı rapteylemesidir. Bunun neticesi: Bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz."5