Ey talib-i hakikat! -1

"Bütün Sözler'de konuşan ben değilim. Belki, işârât-ı Kur'âniye namına hakikattir. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur."1 İşte Bediüzzaman'ın hak ve hakikat için söylediği mühim sözler. Ayrıca Bediüzzaman kendi sözlerinin mihenge vurulmasını tavsiye eden bir müceddittir. Çünkü o bir hakikat kahramanı, hak ve hakikatin sarsılmaz bir müdafiidir.

Bediüzzaman, hakikate tâlib olanlara da şöyle sesleniyor: "Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilâfı çıkarma."2 Hak bulunmuşsa, daha fazla hak aramaya kalkan muayyen olmayan bir hak arayışına girişmiş olur. Böylece bulduğu yeni hak ile de iktifa etmeyip ihtilâfa düşmüş olacak ve ilk bulduğu hakkı da kaybedecektir. Hâlbuki hakta sebat etmek bir mü'minin en mümeyyiz sıfatı olmalıdır. Bediüzzaman'ın ikazı şöyle devam eder: "Ey talib-i hakikat! [Ey hakikate talib, hakikati arayan adam!] Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen."3 Madem hak ve hakikate talibiz, o hâlde hakta ittifak etmek elzemdir. Yoksa daha fazla hak arayışı, ihtilâfa açılan yolun mukaddimesi olur. Böylece haktaki ittifak kaybolduğu gibi, yeni hak arayışları ihtilâfı netice verecektir. Bediüzzaman, insanda "Müyûlât muhtelife olduklarından, taraftarlık hissi, herşeye parmak vurmakla ihtilâfatla ihtilâl çıkarıldığından, hakîkat ise kaçıp gizlenirdi."4 tespitini aktarır. Bu marazın çare-i yegânesi meşveretle bulunan hakta iktifâ etmektir.

Bilindiği üzere İslâmiyet, selm (barış) ve müsalemettir (emniyet ve güven içinde yaşamaktır); dâhilde nizâ ve husûmet istemez. Bunun içindir ki âlem-i İslâm'ın hayatı ittihattadır. Yani birlik ve beraberliktedir. Kalblerin maksatta ittifak etmesindedir. O hâlde ittihâd isteyen âlem-i İslâm'ın düsturu da şu olmalıdır: "'Hüve'l-hakku' [Sadece o haktır] yerine 'hüve hakkun' [o haktır] olmalı; 'hüve'l-hasen' [Sadece o iyidir] yerine 'hüve'l-ahsen' [O en iyidir] olmalı. Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: 'İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.' dememeli: 'Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir."5

Görüldüğü üzere hakkımız 'hüve hakkun' veya 'hüve'l-ahsen' demektir. Yani 'O haktır' veya 'O en güzelidir' diyebiliriz. Mesleğimiz veya meşrebimiz için 'O haktır' veya 'O en iyisidir' demeye hakkımız vardır. Ancak 'Hüve'l-hakku' veya 'hüve'l-hasen' demeye hakkımız yoktur. Yani 'Sadece o haktır' veya 'Sadece o iyidir' demeye hakkımız yoktur. "Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, 'Mesleğim haktır veya daha güzeldir' demeye hakkın var. Fakat 'Yalnız hak benim mesleğimdir' demeye hakkın yoktur."6 cümlesi bu manaları ifade ediyor. ünkü mesleğini hak ve en iyi görmeyen o meslekte hizmet edemez. 'O en iyidir' diyen kişi, hakkı inhisar altına almış olmaz. ünkü en iyinin altında iyi, daha iyi, az iyi gibi izafî dereceler vardır. Ancak 'Sadece o iyidir' denildiğinde bu dereceler ortadan kalkar ve inhisarcılık ortaya girer. Bu hâl, hakkı tekelci bir anlayışa hasretmektir. Bunun içindir ki "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkımız yoktur. "'Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır"7 sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan [batıllık] ile mahkûm edemez."8 düsturunu nazardan kaçırmamak lâzımdır.