Dedikodu - Kapanması gereken kapılar -70

Risale-i Nur hizmeti, kâinatta en büyük mesele, vazife ve hizmettir. Böyle kudsî bir davaya hizmet edenler, başıboş olamazlar. Gıybet, sû-i zân, dedikodu ve tezvirattan yılandan, akrepten çekinildiği gibi sakınılmalıdır.

Bu bir zarûrettir. Benim mizâcım farklı, fıtratım asabî, meşrebim farklı mazeretleri geçerli değildir. Bu hizmet kimsenin şahsî tasarrufunda değildir. Öyle ulu orta yeni icatlar geliştirip hizmet prensipleri vazedilmez. Dava bâkî, şahıslar fânî olduğuna göre bâkî davalar fânî şahıslar üzerine bina edilemez. Bu dava metne ve kitaba dayalı bir hizmettir. Külliyat'ta Hizmet Rehberi gibi yerlerde meslek ve meşrep esasları hiç noksansız yer almıştır. Hizmetin genel işleyişi de meşveret ve şûrâlarla şahs-ı manevîye tevdî' edilmiştir. Artık bu hizmette şahıs yok, şahs-ı manevî vardır. O şahs-ı manevî, "Ruh-u cemaatten çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki şûrâlar o ruhu temsil eder."1 Şahs-ı manevîye itimad etmek elzem görünüyor. Şahs-ı manevînin hukuku şahsî hukuklardan daha önemlidir. Çünkü şahs-ı manevî daha metin ve daha istikametlidir.

Dedikoduya giden yol

Bazen gıybetin ve dedikodunun felsefesini yaparak diyoruz ki "Ben olmayan bir şeyi söylemiyorum ki, söylediklerim yaşanan hâdiseler. Hem ben, şahsım adına konuşmuyorum, davam adına konuşuyorum. Davayı savunmanın gıybeti ve dedikodusu olmaz!"

Evet, biz biliyoruz ki fıtratı müteheyyiç olanların rahatı yalnız sa'y ve cidaldedir. Sen 'fıtratım heyecanlı, ne yapayım fıtratımda çarpışmak var, onun rahatlaması için bunları yapıyorum' diyebilirsin. Hâlbuki orada sa'y etmek de var! Bütün himmetini hizmete sarf etsen ve Risale-i Nur'a çalışsan fıtratını müsbete sevk edebilirsin. Hem "Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır."2 İşte hakîkat burada açık ve net olarak görülüyor. Nefsin mazeretlerine buradan izin çıkıyor mu Asla çıkmıyor. Öyleyse nefis gıybetin felsefesini yapıyor. Bu çok çirkin bir felsefedir. Nefsin teşeffisine öç almasına, rahatlamasına hizmet eden bir yoldur. İşte dedikodu da burada başlıyor. Hâlbuki Risale-i Nur hizmetlerinde müzâhemet ve münâkaşa yoktur. Çünkü münâkaşa sû-i tesir eder. "Mizansız mücadele olduğundan, tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere zarardır."3 Hem "Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır."4

Cenab-ı Hak bir racül-ü fâcire hizmet ettirir

Ey nefis, acaba neyine güveniyorsun Sen hizmet ettim diye gururlanma! Cenab-ı Hak bir racül-ü fâcir ile yani günahkâr ve fısk-ı fücûra müptela bir Müslümanın hizmetiyle bu din-i celîli kuvvetlendirir. Ey nefs-i nâdân! Daha hangi hesabın peşindesin Anlaşılan o ki sen kendi kalbinin müşâhedatına tabisin. "Evet, herkes âyinesinin müşâhedatına tâbidir. Demek sizin siyah ve yalancı âyineniz size öyle göstermiştir."5 Ayrıca "Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenab-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikâd-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür."6 Ey nefis! Sen öncelikle kendi itikâd-ı kalbini parlatmaya ve kuvvetlendirmeye bak!