Kizb, çok fenâ ve çirkin bir fiildir. Öyleyse böyle çirkin bir fiile nasıl câiz fetvası verilebilir
"Bir maslahata binâen kizbin câiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir" suâlinin cevâbını yine Risâle-i Nur'dan takip edelim: "Evet, kat'î ve zarûrî bir maslahat için mesâğ-ı şer'î (şerîatın izni) vardır. Fakat hakîkate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği veçhile, mazbut ve miktârı muayyen (sağlam ve sınırı belli) olmayan birşey, hükümlere illet ve medar(sebep, gerekçe) olamaz; çünkü, miktârı bir had altına alınmadığından sû-i istimâle uğrar. Maahâzâ, bir şeyin zararı menfaatine galebe ederse, o şey mensûh (yürürlükten kalkmış) ve gayr-ı mûteber (itibarsız, geçersiz) olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur. Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâplar ve karışıklıklar, zararın, özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir."1 Yani Bediüzzaman "Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (hükümsüz kılmıştır). Maslahat ve zarûret için bazı âlim muvakkat(geçici) fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar sû-i istimâl edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez."2 demiştir.
Mesâğ-ı şer'î' nerede veriliyor
Bediüzzaman, geçmiş asırlarda 'kat'î ve zarûrî bir maslahat için mesâğ-ı şer'î' olduğunu söylüyor. Bu şer'î izin de her alanda değil, hadîsde ifade edilen harbde, hanımına karşı ve küsleri barıştırırken verilen müsaadedir. Yani kesin ve zarûrî bir meselede bir fayda ve menfaat için muvakkat, yani zamanın şartlarına bağlı olarak her âlim değil, bazı âlimler şerîata göre fetvâ vermiştir. Ancak Bediüzzaman bu zamanda hakîkatçe maslahat olarak gösterilen sebeplerin bâtıl ve geçersiz bir özür olduğunu ifade ediyor. Çünkü şerîatça karar kılınmış önemli bir usûlce sağlam ve sınırı belli olmayan veya sû-i istimâle açık meselelerde hüküm vermek doğru değildir. Mesela maslahat olarak gösterilebilecek sebepler o kadar çok ki, muayyen bir sınırı ve ölçüsü olmayan her maslahatta yalana kapı açacak olan fetvâ vermek faydasından çok zararı netice vereceğinden maslahat o fiili terk etmekle olacaktır.
Hikmet ayrı, illet ayrıdır
Hâdiseyi şöyle de akla yaklaştırabiliriz. "Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise, tercihe sebeptir; icâba, icâda medar değildir. İllet ise, vücûduna medardır. Meselâ seferde namaz kasredilir, iki rekât kılınır. Şu ruhsat-ı şer'îyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünkü illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz."3
Konuya şu izahatla devam edelim. "Gayr-i mazbut bir emir, iş, (Yani sağlam ve muayyen hudûdların içine alınmamış olan bir mesele) hüküm için illet ve medar olamaz." Yani vaziyeti itibariyle kat'î, sağlam hududları olmamasından, sû-i istimale müsaitliği sebebiyle, tam bir zabt çerçevesi içine alınamamış olmasından; o maslahat batıl olan bir özrün vasfına bürünmesi mümkündür. Mesela nasıl ki seferdeki meşakkat ve zahmetin derece, miktar ve vasfı tam bir zabt, bir ölçü altına alınamaması sebebiyle, namazın kasrına illet olmamış ve illet sayılmamıştır. Belki ancak Kasr-ı namazın illeti yalnız seferdir, (sefer olmadığı zaman, ne kadar meşakkat olsa da, namazın kasrına sebep ve illet olamaz.) Şayet yalanın, maslahat için olduğu zaman caiz olabileceğini teslim ve kabul de etsek; lâkin bir şeyde bulunabilen bir menfaata, ondaki zararın galip gelmesi halinde, onun neshine fetva verdiği gibi; o zaman, maslahat olan şey, onun terkinde, yapılmamasında olur."4