Yenilmez güç

Edebiyat Cumhuriyeti'nin iktidarı kimlerdeyse kapının kilidini onlar açar. Ruh dünyamızı onlar şekillendirir. Bütünüyle hayat ve merkezdeki dinin baskın gücü edebiyatla ete cana bürünür. İleri bir söz etmiyorum, her yerde yaşanan budur. Edebiyat ve sanat olmasa, camiler, kiliseler, havralar kuru söz ve hareketlerin cansız mekânları olarak kalırlar. Onların köşeli, dayatmacı din kurguları da edebiyat merkezli, sanatlı duyuş ve düşünüşlerin verdiği ruhla canlanır. Bu can verici hizmete rağmen, şairlerin, yazarların, müzikten resme ve heykele varıncaya kadar insan ruhunu harekete geçiren sanatkârların din teşkilatlarınca sevildiği nadirdir. Zıtlığı tırmandıran dramatik bir tezat(paradoks) karşısındayız. Tezatlar iç içedir ve bize gösterdiği hakikat dehşettir! Güç yapılanmalarında ilk saf dışı bırakılanın ahlâk olduğu dönemler, durumlar az değildir. O halde her zaman insana ve zaaflarına bakacağız. Din gibi sorgulanması zor bir gücü ele geçirenin psikolojisi, siyasi iktidarı ele geçirenden daha tehlikeli bir seyir izleyebilir. İkisine birden hâkim görünenin getireceği yıkımı ise tasavvur edemezsiniz. Sanatçı kendisidir Dinden geçinenlerle diğer güç sahipleri, sanat samimiyetinin, sanat serbestliğinin kendi durumlarını her zaman sarsabileceğini bilirler. Değerini değil, bunu bilirler. Sanatçılar, rakipleri değillerdir. Buna rağmen varlıklarıyla din alanını temsil iddiasında olanların ve gücü elinde bulunduranların uykularını kaçırırlar. Bu durumun sebebi bellidir: Sanatçılar, istenen kalıba girmez, içleri kabul etmezse söz dinlemez, her zaman aykırı görünebilir ve yumuşak güçleriyle karşı durabilirler. Dikkat edilirse burada kendiliğinden ortaya çıkmış görünen bir ahlâk hissedilir. Sanat ahlâkını da yönlendiren-idare eden, yaratılışın kanunlarına -belki de bilmeden- uyuşun göründüğü pozitif ahlâk. Ahlâk, gücü sınırlandırır. Anlarsınız ki düşman olunan budur. Sanatçı için muhalefet esastır. Aydın ve özellikle sanatçı, gücü kullananların kontrolsüzlüğüne kökten itiraz eden bir arayış disipliniyle davranır. Arayışın sanatkârcası, bilinen ölçülere sığmaz ve uymaz. Sanatçılar, bu yalnız kendine benzer disiplin ve donanımla hareket eder ve rakibin yapamayacağını yaparlar. Oyunu sezer ve sezdirirler. Gözler üzerlerindedir, kontrolsüz güce maruz kalırlar. Tek kişilik orduları zorla, baskıyla yenilmiş sanılsa da yenilmezler. Zamanla anlaşılır ki yenmişlerdir ve yendikleri sadece o devrin otoriterleri değildir. Geleceğe artan bir güçle ordular sevk edenleri vardır. Onun için düşmandan öte düşman muamelesi görmelerine şaşılmaz. Tarih bunların örnekleriyle doludur. Evet, edebiyatın ve sanatın canlandırmadığı bir din hayatı ve hayat hiçbir toplumda yoktur. Edebiyatın, sanatın suladığı, samimi ruhların ektiği tarlayı, onlardan görünen fırsat düşkünleri biçer. Bu da bir cilveli iştir. Dinden geçinenleri ve iktidar gücünü sınırlayamayan toplumlar için değişmez kaderdir. Gerçi modern toplumlar da, laiklikle dini ve kanunlarla gücü kullanacakları dizginledik diyemez ve kendilerini rahat hissedemezler. O yılan her deliğe girmek için fırsat kollar. Sûfîlik de sanatla Şimdi, bize dönerek bir öz fikri söylemekle yetinebilirim: Sanatla yürüyen sûfî gelenekler olmasa, dini siyasetle birleştiren diyanet şekillenmesinin yıkıcılığı daha kuvvetle hissedilir. Tarihte bunu yaşadık. Gayet iyi bildiğimiz bir meseledir. Edebiyatımız, zâhid, ham sofu eleştirileriyle doludur. Bu kavga gibi görünen kavga kolayına bitmez. Meseleyi böyle genişten ve en karmaşık yönüyle almamın sebebi günlük olayların dedikodu sığlığında kaybolmamak içindir. Kök sebebi her zaman hatırda tutmak