Verdiğiniz ödül sizi ele verir

Ödülleri verenler aracıdırlar. Okuyucu adına seçme görevini üstenirler. Bilen için ağır sorumluluktur. Ödüllere mesafeli duruşumuz hayatın her alanında geçerli bir bozulmanın sonucu. Çünkü adalet fikrini, en basit ölçüleri yok sayacak kadar ileri dinî ve ideolojik kabuk bağlılıklarının esiriyiz. Yüzleşeceğimiz bir meseledir.

Bu yaşıma kadar birçok yarışmada seçiciler arasında bulundum. İşim ve merakım gereği başka yarışmaları ve ödülleri takip ettim. Yer yer, jüri üyelerinin sempatilerinin rol oynaması normaldir. Heyet içinde bu yakınlıkların etkisi yumuşatılır, dengeye getirilir. Problem, sonucu belli yarışmalara kadar varanlardadır. Bu da az yaşanmıyor. Bir kere ben de şâhid oldum.

Sanırım 1992 yılı olacak, Kültür Bakanlığı'nın senaryo yarışmasında ilgili kurumların temsilcilerinin ağırlıkta olduğu bir jüri oluşturulmuştu. Ben İlesam'ı temsilen jüri üyesiydim. Heyete başkanlık eden Müsteşar Yardımcısı ile Sesam Başkanı aktör Tanju Gürsu tarafından Refik Erduran'ın Metamorfoz eserinin çekimi için her şartın hazırlandığı ve onu seçmemiz gerektiği ima edildi. Biz birkaç kişi başka eserlere daha yüksek puan vermiştik. Tartışıldı ve oylamada sayımız yetmedi. Dedikleri eser birinci oldu ve bakanlık tarafından bütçelendirilerek çekildi.

ŞÜPHELERİMİZ VE SORULARIMIZLA VARIZ

Her ödül bahsi açıldığında "Ödüller kime gitti" sorusu etrafında şüphelerin zihnimizi kurcalaması bu türden seçimleri bilmekten ve duymaktandır. Bununla kalmaz, aynı şüphecilik başka alanlara da sıçrar. Ben de o şüphenin getirdiği ihtiyatlılık var. Kalabalıkların peşine takıldığı her ne ise orada körlük kesindir, derim. Kitapsa hemen okumam, filmse hemen gitmem.

Herkesi peşine düşürmüş görünen isimlere ve eserlere karşı bende mesafe otomatiktir. Çünkü öyle bir toptan ve toptancı yönelişin anlamayla ilgisi olmadığını tecrübe edecek kadar yaşamışımdır. Öylesi sürü psikolojisinde üflenen kavala uymaktır. Sevgiyle alakası da epeyce şüphelidir.

Belki esas itibariyle söylenecek şudur: "Aşk"ın aşkınlığı istisnai bir yerdedir. Fakat hayatın normal seyrinde sevginin de makul olanına bakılır. Beğenmelerimizde, sevmelerimizde "normal" hâkimdir. Olağanüstülükler istisnadır. Üst ve üstün olanı, aşkın değeri aracı olarak değerlendiren ve hayata katanların normali zenginleştirmesi ayrı bir bahistir. Onlar olmadan olmaz. İnanç alanı kadar, yüksek kültür ve sanat ta o aşkınlıktan ses verir.

HAYATI SIRADIŞILIKLAR DÖLLER

Hayatın normalini anormallikler besler. Aşkı ve aşkınlığı da böyle anlarız. Kendisini bir değer uğruna feda edenler sayesinde varız. Oysa üstün değer taşıyan ve yaratanlardan yaşarken göklere çıkarılan pek çıkmaz. Anlaşılmaları zaman işidir. Anlaşılmak bir yana, hangi peygamber, hangi filozof ve hangi bilge, hangi büyük şair yaşadığı devrin insanlarınca en diplere atılmaktan kurtulabildi Ancak üç beş inanan, güvenen ve anlayan olabildi. Yakınlarda hayat hikâyesine rastladığım Spinoza her tür aşağılanmayı yaşadı ve yolundan dönmeyerek düşkün şekilde öldü.

Fırsat bulursam belki ne demek istediğimi birkaç yazıyla açmalıyım. Erbabının konuşması, tartışması gereken bir konudur. Belki değil muhakkak, edebiyat ve sanat eleştiricilerinin, Chomsky gibi dilbilimci filozofların, Fukuyama ve Harari gibi düşünürlerin ele alacağı ve geniş kitlelere anlatabileceği bir meseledir.

HEM BİR ARADA HEM AYRIYIZ

Kalabalık tapacak mabed ve insan arar. İnsanı da yukarı bir yerde konumlandırmayı ister. Derin ihtiyacı bu yöndedir. Bağlanacak ve kurtulacaktır. Şu var ki geniş kitlelerce yaşarken övülenler daha çok ortalama ve vasat altı değerlerdir.