İki sivri uç kanatıyor

Tunç Soyer'in 9 Eylül konuşmasından kısa bir zaman önce eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman konuştu. Böyle denk gelince, bu iki uç tavır alışın benzerliği görülecek ümidine kapıldım. Gerçi İsmail Kahraman'ın dedikleri, tarih uydurmacılığının tam bir örneği olarak daha açıktı. Tevil edilecek tarafı yoktu. Buna rağmen, nasıl bir kafayla hareket ediliyorsa, kendi cenahlarından bir Allah'ın kulu çıkıp da "Ne diyorsun" demedi. Bu ahlâka dikkatinizi çekmek isterim. Tunç Soyer, Atatürk üzerinden giderek kendini savunabildi. O da tartışılmalıydı. Tarih bilenler söylerler, yeni rejimin eski rejime ve temsilcilerine karşı bu keskinliği her yerde olmuştur. O kadardır. Aşırıdır ama o iş öyle olur. Atatürk gibi bir dahi bile bu aşırılığa girer. Yalnız, Tunç Soyer'in Atatürk alıntılı sözleri onu kurtarmaz. 9 Eylül'de düşmanı denize döküşümüzün 100. yıldönümünde o sözleri edene iyi bakmak lazımdır. Sanki savaşı Padişaha karşı verdiğimizi ve Osmanlı'dan kurtulduğumuzu söyleyecek, düşündürecek kimsenin kurgusunun akla sığar tarafı yoktur. Buna benzer bir algı maalesef mekteplerde verilmiştir. Yanlıştır ama rejimi yerleştirmek için girişilen propaganda hareketleriyle ilgilidir. Vur deyince öldürürler. Yalnız, Tunç Soyer'in yaptığından anlaşıldığı gibi Türk'ü gizlemek veya silmek isteyenin dili tutulur. Çünkü yedi düvele karşı Türklüğü savunanların kurduğu Atatürk Türkiyesinde ihanet kabul edilmesi kaçınılmaz bir durumdur. Türklük merkez fikirdir ve bu topraklardan sökülmek istenen Türklük olduğu için yüceltilerek verilmiştir. Atatürksüz Atatürk Dikkatinizi çekerim, Atatürk, neredeyse Türksüz cümle kurmaz. Derdi tasası Türklük olan en büyük Türkçülerdendir. Tunç Soyer yedi dakika iki saniyelik konuşmasında hiç Türk demedi. Türk Milleti de demedi. Türk demeye mecbur olduğu cümleler kurduğu halde demedi. Ona göre zaferi kazanan "Anadolu halkı'ydı. Bir inanış şuuru etrafında birleşen millet yok. Her türden insanın nasıl olduysa bir araya geldiği, üstelik Rumeli'nden gelenlerin de yok sayıldığı bir "Anadolu halkı"ndan bahsediyor. Atatürk, böyle bir günde Türk Milleti dememek için ayak direyenTunç Soyer'i duysa ne diyeceğini ben söylemeyeyim. Bir daha söylüyorum Bu kör bakışla iki taraftan ideolojik kavramlaştırmaların neresini düzelteceksiniz Hâlbuki ne öyle bir tarih var, ne de öyle atalarımız. Atatürk de o değil, Abdülhamid de, bütünüyle uzak yakın tarih de. Yakınlarda adını bir sismik gemimize verdiğimiz 2. Abdülhamid, şimdi kendisini müdafaa edenleri görse, "Nereden çıktı bu din-devlet-millet, usul erkân bilmezler" diyeceğinden hiç şüpheniz olmasın. O dağılış dönemlerinde bile Türkçe'den başka bir dille hutbe okunmasına müsaade etmeyen Abdülhamid'in devlet şuurundan şimdikilerde eser yok Yine şüpheniz olmasın, devletin tepesindekilerin ettiği sözleri duysa, değil Yıldız'ın kapısına yaklaşmalarını, yokuşunda görüldüklerinde gereğinin yapılmasını isterdi. Diyeceğimi daha da açayım: 2. Abdülhamid Han, Osmanlı padişahları içinde en batılı olanlardandı. Batı müziğine hayrandı. Tiyatro ve operaya düşkündü. Yıldız Sarayı'nda kendisine özel bir salon yaptırmıştır. Duruyor, isteyen gidip görebilir. Orada kimlerin sahne aldığı, hangi oyunların oynandığı kayıtlıdır. Kimleri özellikle davet ettiği de kayıtlıdır. Özel zevki budur ve topluma mal olması için de gerekeni yapar. Sultan 2. Mahmud'un Donizetti'lere kurdurduğu Mızıka-i Hümayun, onun devrine gelindiğinde tam kurumlaşmıştı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın ilk hali, -Batılılar için kullandığımız tabirle- Hümayun kavramıyla söylediğimiz bu kraliyet orkestramızdır. Daha da ileri gideyim: Mustafa Kemal, 2. Abdülhamid'e göre daha yerlidir. 1924'te Mızıka-i Hümayun bütün kadrosuyla Ankara'ya taşındı. Adı Riyaset-i Cumhur Mûsikî Heyeti