Türkiye'nin bu kadar ağır bir hukuksuzluk dönemi geçirmediğini söylemek yanlış değildir. Yaşadığımız dönemlerde görmedik. Kanuna uymaz işler ve yandan dolanmalar hep olmuştur. Bazı konulardadır ve her zaman belli oranlarda olur. İstisnadır ve suç kabul edilir. Yönetimde yanlışlar, hukuk dışılıklar bugünkü gibi hemen her alana yayılmış değildir. Normal hale gelmesi ise düşünülemez bir sapmadır.
Ülkeler kaybederek çıktığımız uzun savaşlardan sonra yeni devletimizi kurarken neler yaşandığına bakınız. O ağır şartlarda da yoktur. Kurucu ilkelerle yeni devletin ihtiyaç duyduğu hususlar hemen kanunlaştırılmıştır. Kuralları zorlama enderdir. Gazi Mustafa Kemal'in ve ekibinin dikkat ettiği husus meşruluktur. Kural varsa uyulmuş, yoksa koyulmuş ve değiştirilecekse değiştirilmiştir.
"ORDU MİLLET"İN ORDUSU2500 yıllık denen devlet geleneği temel ölçülerle yaşar. Devletlerimiz askerler tarafından kurulmuştur. Bürokraside de askerî hiyerarşinin unvan adları geçerlidir. Paşa dediğimiz tarihi kişiliklerin çoğu mülkî paşadır. Mete Han'dan beri devletin başı askerdir. Geleneğe göre Osmanlı padişahlarının tamamı askerdir. Kanuni'nin Hürrem'den doğan oğlu Sarı Selim'e kadar bütün padişahlarımızın ömürleri cephelerde geçmiştir. Kanuni 71 yaşındayken Zigetvar'da seferde ölen bir padişahtır.
Meşrutiyet'ten itibaren değişen sistemler orduyu siyasetin dışında yeni bir yere koydu. Merkez rolleri değişmiş değildi. Bu coğrafyada ve Türklerin devletinde değişmez. Askerler, ordu milletin askerleridir. Devlet geleneğine titizlenirler. Şaşacaksınız, ihtilale yeltenenler de bu gelenek tarafından sınırlanır. Gelirler, uzun kalmaz ve yönetimi sivillere devrederler.
Yeni dönem ihtilâlleriyle tarihtekiler arasında benzerlikler ve farklar var. Ortak yönleri arkalarına bilim adamlarını almalarıdır. Dün din adına konuşan ulemanın, bugün laik ve dinci görünen bilim ünvanlıların ve okumuşların fetvası olmadan ihtilal olmaz.
Yazıya niçin tarihe göndermelerle girdiğim açık: Değişik sivil vesayetler devrindeyiz. Olağanüstü dönemlerde bile zor rastlanır durumlar yaşıyoruz. Bunların üzerinde düşünülmesi şarttı.
BUNLARI KONUŞMUYORUZŞu belediyeye çökülmesi.. Şu partiye, bu belediyeye kayyım. İddialara göre tehdit ve şantajla, mahkeme yoluyla yer boşaltmalar. Hakikaten bunlar Türkiye'de görülmüş şeyler değildi. Bir belediyeyi hangi parti kazanmışsa, başkan bir sebeple gitse de o partide kalırdı. 40 yaşın altındakiler bilmez, bilenler de hatırlamıyor veya hatırlatmıyor.
Örneği şimdiki Cumhurbaşkanımız üzerinden verelim. Hatırlayın, 1998'de Erdoğan için dava açıldı. Kimse sabah beşte evine dayanıp karakola götürmedi. Gözaltı, peşin tutuklama gibi uygulamalar olmadı. Davet ettiler, gitti ifade verdi. Sonuç açıklandığında da hala belediye başkanıydı.
Mahkemeden sonra da kimse kapısına dayanmadı. Kararı bildirdiler. Ters veya düz kelepçe yok. Polislerin koluna girmesi de yok. Başına bastırarak arabaya bindirme de yok. Davul zurna eşliğinde, büyük bir kalabalıkla miting havasında hapishaneye götürüldü. 4 ay ceza almıştı. 3 ay hapis hayatı dayalı döşeli bir daire haline getirilen koğuşunda geçti. Hapishaneyi büro gibi kullandı. Yüzlerce görüşme yaptı. İnsanları ağırladı. Yüksek itibarla hapis yattı.
İSTANBUL BELEDİYESİ'NE ÇÖKÜLMEDİ