Düştüğümüz Batak Çıkacağımız Dehliz

Yine, iğneyi-çuvaldızı kullanarak halimizi değerlendirmeye girişmenin vaktidir. Memleketin ayarı bozuldu. Ayarsızlık yeni değil. Yalnız, böylesini hiç görmedik. Yaşadığımız, bir kâbus. Yaşadığımız, dokuz şiddetinde bir zelzele. Yıkımın aktörlerini biz seçtik. Oy verdiğimiz, denetlemediğimiz ve ne yaparsan yap dediklerimiz bizi buraya getirdiler.21 yılda yaşadıklarımızı, sisler dağılınca daha net göreceğiz. Önce, değer ve kimlik siyasetinin değer ve kimlik bırakmadığını anlayacağız. Sonra çorap söküğü halinde diğerleri gelecek.Ahlâklı olmak görünüşte herkes için değerlidir fakat zordur. Halk kolaycılığı sever. Ucuz cennet vadi, kalabalıkların reddedemeyeceği bir iştir. Bedavacılığın çekiciliği sinsice yıkar. Kolay yoldan köşeyi dönmek isteyen piyangocu kafa her zaman çoğunluktadır. Ak Parti yıllarında piyangoculuk tek yol haline getirildi ki dehşettir.Din piyangoculuğu iki yönlü işler: Korkutur ve "Bana uyarsan kurtulursun" der. Geleni esir alır. Demokles'in kılıcıyla esir aldığı kitleyi istediği yönde kullanır. Din diyerek, dilenciliği ve halk dalkavukluğunu körükleyerek uyuşturma bu yolu açtı. Bizi buralardan vurdular.Aldanan bizizErdoğan'ın, çok yönlü bir kurguyla memleketin üstüne koncalas gibi abandığını görenler gördü. Bütün kabahatlerini başkasına yükleyen emsali az görünür bir sorumsuzluk dilini kullanması görülmüş şey değildi. Onun durumu belli. Böyle sızlanıp kalmak da ona yarar. Zaten yaşattıklarında bizim de kabahatimiz ve hatta suçumuz var. Bunca yıkıma ve yağmaya karşılık hâlâ yüzde kırklarda oy alacağı konuşuluyorsa ne hale geldiğimizi düşünmek lazım. Aldanan ve kendimizi aldatan biziz.Bir kere, siyaset denen siyaset değildi. Siyasetin silinmez sanılan boyası din olunca, diline dolayan, bile isteye kendi bataklığını yarattı ve halkı oraya sürdü. Bir taraftan, insan yutan bataklık için onu bunu suçlarken, bir taraftan da boğazına kadar gömülmüş kalabalıklara "Sizi oradan kurtaracağım" dedi. Hem batırıcı, hem kurtarıcı. Beyimiz, her durumda günahsız ve sorumsuz.Eline düştüğümüz, yarattığı açlığı-yokluğu kullanan dilenci severlik. "Sizi ben beslerim" deyişinin çirkinliğine kıskıvrak yakalanmışlar var. Bu nasıl bir büyülenmişlikse, depremde üç gün hareketsiz kalınmasıyla, düzensizlikle, perişanlıkla, terkedilmişle insanlarımızın feryad ederek can verişi bile bazılarının durumunu değiştirmedi. Üstelik efendimiz hâlâ iktidar da, muhalefet de kendisi gibi davranmaya devam ediyor. Bu paradoksla yıllarımız geçti!Bu gücü ona biz verdik. Oy vererek verdik. Oy vermediğimiz halde susarak verdik. Korkarak, çekinerek verdik. Fayda umarak veya zarardan korkarak verdik.Buraya nasıl geldiğimize iyi bakmak lazım. Sade biz değil, dünyanın hâkim gücü bu ekibi sonuna kadar destekledi. Bunları konuşacağız ki tekrar eski hatalara düşmeyelim.Bağıra çağıra gelen ve acımasızca yaşanan örneklerden biri şudur: Amerika ordumuzdan rahatsızdı. Türkiye'nin iyi yetişmiş subay kadrosu, Amerikan isteklerine direniyordu. Fetö ve AKP ortaklığı da ordudan rahatsızdı. Amerika'nın, daha doğru ifadeyle Batı'nın istekleriyle başa getirdiklerimizin istekleri birleşti. Bilenler, orduya yapılan kumpaslar bu ortaklığın işidir, dediler. Şimdi daha net görüyoruz ki öyledir. Söylenenlerin aksine Batı şimdi de Erdoğan'dan vazgeçmemiştir. Onlar için en uygun figür oluşu değişmemiştir. Bilenler, niçin böyle olduğunu analiz edeceklerdir. Gidecekse Batı'ya rağmen gönderileceğini bilmek lazım.Bu ne demek oluyorTarihimizde, özellikle geriye düştüğümüz son asırlarda büyük devletlerin(Düvel-i muazzama) etkisi konuşulur. Osmanlı Türkiyesi de sonuna kadar büyük devletler arasındadır. Devletler arası dengeler sıkça değişir. Zayıflayan devletimizin başındakilerden bazı isimler, İngiliz, Rus, Alman veya Fransız hayranı görünürler. Hain denenler vardır, büyük çoğunluğu değildir. Abdülaziz'in Sadrâzamı (Başbakan) Mahmud Nedim Paşa Ruslara yakındı. Mithat Paşa İngilizlere yakındı. 2. Abdülhamid daha stratejik bir akılla "İngiliz Aslanının kuyruğuna basmayacaksınız!" diyordu. Enver Paşa Alman aklına pek güveniyordu. İki asırdır bu tür denge arayışları dengeli-dengesiz devam etti.Son yaşadıklarımızı o örneklerden biri gibi göremeyiz. Ben, erkence yazayım, üzerinde düşünülsün ve erbabı bizi aydınlatsın. Erdoğan'ın temel motivasyonu kendisiydi, kendisidir. Kabına sığmaz "ben"iyle denenmemiş-sınanmamış ideolojik kurgusunu gerçekleştirmek sonra gelir. İçerdeki düzeni yıkacak gücü yoktu. Batılılarla bu düşünceyle yakınlaştığı anlaşılıyor. Batı yardımı olmasa belki hiçbir zaman bu güce erişemeyecekti. Orduyu sindirme planı, kumpaslarla yolunu açtı. Sonrası nisbeten kolaydı. 2010 referandumundan sonra daha atak davranmaması için sebep kalmamıştı.Batı ile zamanla anlaşmazlıklar çıkması da normaldi. Görülmemiş bir rejime giderken, Türkiye Ortadoğululaştırılmaya çalışılırken Tek Adam kaprislerinin herkesi rahatsız edecek tarafları ortaya çıkacaktı. Türkiye, nasıl bugünlerin batağına düştüğünü o yıllara giderek anlayacaktır. Fetöyü, PKK'yı lanetlemekle iş bitmez. İş başında olanların onları nasıl semirttiğini ve temel yanlışlarını konuşacağız. Büyük problem oradadır. Bunlar, açılacak konulardır.Bataktan çıkışSiyaset kültürü, demokrasi bizde şöyle böyle yerleşmişti. Erdoğan rejimi bunu yıktı. Tam yıkamadığını, yıkmış göründüğünü söylemek de doğrudur. Bunlar konuşulmalıdır. Millette, devlette, kültürde devamlılık esastır. Erdoğan rejiminde kültürsüzlük esastı. Böyle olunca ölçü kalmadı. Yıkıcılığın yolu bütünüyle açıldı. "Bana oy ver, gerisine karışma!" denmesi tek yol ve tek kural halinde belirdi.Bu manzaraya gelmişken, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın son konuşması dur ihtarıydı. Erdoğan'ın yüzüne baka baka, bu yol yol değildir mesajını verdi. Doğrudan, partili Cumhurbaşkanı'nın yaptığı hukuk dışı işleri örnek verdi.Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinin çoğunluğu, Erdoğan'ın bizzat seçtiği kimselerdir. "Ben ne dersem o" diyerek seçtikleridir. Öyle hareket etmeleri