"Âdetullah ve sünnetullah" aynı mânâda kullanılmış!..

İlâhiyatçı bir kardeşimiz, "22 Nisan 2024 tarihli yazınızda konu ettiğiniz sünnetullah kavramı Kur'ân'da kevni kanunlarla ilgili değil de sosyal kanunlarla ilgili gibi gözüküyor. Ne dersiniz" dedi. Evet, "âdetullah" kevni; "sünnetullah" ise "sosyal" kanunlar için kullanılması gibi bir böyle bir nüans olabilir. Fakat, İslâmi kaynaklarda aynı mânâda da kullanıldıkları vakidir.

Allah'ın, kâinat, insan ve diğer tüm varlıklar için geçerli kıldığı kanunların tamamına âdetullah ve sünnettullah denir. "Âdetullah", Allah'ın canlı cansız bütün varlıkların hareket tarzlarını düzenleyen, tedbir ve tanzim eden emirlerine, koyduğu değişmez kanunlardır. "Sünnet"in kelime anlamı "âdet, izlenen yol, metot, yöntem, sistem ve kanun" demektir. Sünnetullah ile âdetullahın mânâ bakımından aralarında bir fark yoktur, aynı anlamda kullanılırlar. Evet, âdetullah veya sünnetullah, Allah'ın irade ile kudret sıfatından gelen tekvinî (mükevvenat, oluşsal âlemin) şeriat kanunlarıdır. Ki, "evâmir-i tekviniye" ile tâbir edilirler. Dolayısıyla kâinata yerleştirilip cari ve faaliyetlerine esas olan İlâhî kanunlar manzumesidir.

Çekirdek ve tohumun toprak altında çatlayıp neşv u nema bulması, Güneş'in cazibe, çekme ve dafia itme kuvveti, canlıların hayat şartları ve rızıklarının mükemmelen tedbir, tanzimi, suyun kaldırma kanunu, yer çekim kuvveti, muhabbet, uhuvvet, cömertliğin olumlu olumlu gücü ve enerjisi; adavet, inat, hırs, kin gibi olumsuz duyguların menfi gücü; çalışmanın servet sahibi etmesi, tembelliğin sefalet ve fakirliğe sebep olması irade sıfatından gelen sünnetullah kanunlarıdır ve evâmir-i tekviniyedir.

Sünnetullah kanunlarına uyanlar mükafatlarını, uymayanlar ise cezasını peşinen dünyada görür. Müspet, pozitif veya menfi, negatif duygu ve hasletlerin karşılığı, sevabı veya cezası da peşindir der Bediüzzaman: "Cenab-ı Hak kemal-i kereminden ve merhametinden ve adaletinden, iyilik içinde muaccel bir mükafat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazat dercetmiştir (yerleştirmiştir). Hasenatın içinde, âhiretin sevabını andıracak manevî lezzetler, seyyiatın içinde, âhiretin azabını ihsas edecek manevî cezalar derc etmiş. Meselâ: Mü'minler mabeyninde muhabbet, ehl-i iman için güzel bir hasenedir. O hasene içinde, âhiretin maddî sevabını andıracak manevî bir lezzet, bir zevk, bir inşirah-ı kalb dercedilmiştir. Herkes kalbine müracaat etse bu zevki hisseder."1