Eylemin asâleti söylemin şehvetinden üstündür

Allah'ın arzında Müslümanlardan olup uzun konuşanları az, az konuşanları da uzun dinlemek gerekir. Akılları gözlerinde, kuvvetleri dillerinde olanlar amelin katili, sözün de kahramanı olmaktan öteye geçemezler.

Amelin asâleti, eylemin de şehveti vardır. Ülkemizde lâ dinilerin telkinleri neticesinde akide felsefileştiriliyor, ibadetler adetleştiriliyor, din ideolojileşiyor, Şeriatsız bir İslam'a bizi ikna etmek için başvurmadıkları yol kalmıyor. Tabii ki içi boşatılmış dindarlık, kindarlığı çoğaltıyor. Hilafetin ilgasından bu yana ülkemiz kültürel inkâr'dan kültürel intihara doğru gidiyor.

İslâm ile idare olunmayan ülkemizde özü zedelenmiş, göze hoş gelen gösteriş dindarlığı prim yapıyor Bir ucu riyaya diğer ucu ranta uzanan, rıza-i İlahi'nin teğet geçildiği günlerden geçiyoruzDinimizin ve dindarlığımızın aleni düşmanlarından kendimize, şehrimize ve ülkemize idareciler seçiyoruz. Acaba dünya için dinden mi vazgeçiyoruz Eşkıyaya duyulan muhabbet ne kadar gözlerimizi perdelemiş

Toplumda yapmadığı şeyi söyleyenler, söylemin şehvetine köle olanlardır. Onlar hep yapmadıkları şeyleri söylerler ve yapmadıkları şeylerle övülmelerini arzu ederler. Rabbimiz haber veriyor:

"Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır." ( Âl-i İmran Sûresi 188)

Yapmadığımız şeylerle methü sena olunmaktan hoşlandığımız günden bu yana söylemin şehvetine yenik düşmüşüz. İslâm'ın yerine Müslümanları koymuşuz. Ve İslam'a uygun olmayan birçok şeyi Müslümanların menfaatine, Müslümanlar için diyerek meşrulaştırıyoruz. Aslında Müslümanların menfaati dediğimiz şey de kendi menfaatimizdir. Tamamen şahsi menfaat başka ambalajlar içinde sunuluyor. Din adına kendi çıkarları için yola çıkanlar, kendilerini Allah'ın dininden çalanlardır.

Allah'tan gelmiş olan din Allah'a açılan kapıdır. Dini duvara dönüştürenler, amelin asaletindeki erdeme akıl erdirmeyip sözün şehvetine teslim olanlardır. Şunu bilelim ki; Allah'tan gelmiş olan din duvar değil, kapıdır insanı köşeye sıkıştırmaz, köşeye sıkışanları, sıkıştıkları yerden kurtarır. Dinin kurtardığı elbetteki kurtulur.

Allah için ortaya konulan bir salih amel, binlerce sözden daha tesirlidir. Nitekim bir günRasûlüllah-sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz:

"Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir" buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

"Bu nasıl olur, ey Allâh'ın Rasûlü" diye sorduklarında, Rasûlüllah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevâbı verdi:

"Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu.) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti."(Sünen-i Nesâî, Zekât, 49)

Demek ki yapılan hayırların miktarından ziyâde, hangi fedakârlık seviyesinde yapıldığı mühimdir. Meselâ Yermük Harbi'nde, can çekişip susuzluktan inlerken, bir başka yaralı din kardeşini kendilerine tercih ettikleri için susuz hâlde son nefesleri veren üç şehîdin bir kırba suyu, belki nicelerinin dağlar misâli büyük görünen hayır-hasenâtını -fazîlet bakımından- geride bırakmıştır.

Zira Allah indinde amellerin kıymeti, onların miktarına değil, hangi kalbî keyfiyetle îfâ edildiğine bağlıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: