Hayır, 'Yeni bir devlet' kurulmadı; sadece, 'rejim'in şekli ve kadrolar değişti!

'Son iki gündür yapılan yayınlara bakınca, tarihi, birilerinin niçin 1919'dan başlattığını ve, bir 'tek adam' kutsamasının devamı için tuhaf bir tarih anlayışını daha bir anlamak imkânı buldum' diyordu, bir dost.. Toplum geneli de sahiden, 'yeni bir devlet kurulduğu'nu sanıyor. Bir takım spikerler veya mikrofon uzatılan akademisyenler ve de bir kısım 'devletliler' bile, 100 yıldır söylenen sığ resmî ideoloji iddialarını, düşünmeden tekrarlayıp durdular..

Evet, dün küçücük çocuklardan ayrı olarak, nice devletlilerin sözleri de aynı minval üzereydi.. 'Yeni bir devlet kurulduğu'ndan söz ediyorlardı. Halbuki, 1. Dünya Savaşı'nda uğranılan ağır yenilgiden sonra neler yapılabileceği konusunda alınan kararlar, bir 'Devlet Projesi' idi. Her şey İstanbul'da planlanıyordu. Maaşlar, diğer malî harcamalar, rütbeler, ünvanlar, vazifelendirmeler.. Kezâ, bütün devlet binaları Ankara'nın hizmetine sunulmuştu.. Sultan Vahdeddin, en geniş yetkilerle Anadolu'ya gönderdiği 'Paşa'sını da, sadece askerî değil, hattâ mülkî erkânın bile onun emrinde olacağı şekilde yetkilendirmişti...

Böyleyken, bir ünlü ismin, 'N.K.'un bile dün, Ankara Meclisi'ni (dünyada eşi -benzeri olmayan şekilde, devlet kuran bir Meclis' diye nitelemesi, önceki yıllarda Baykal ve Kılıçdaroğlu'nun, kendi partilerini, 'Devlet kuran tek parti' şeklinde nitelemesinin tekrarıydı.

1. Dünya Savaşı'nda başka devletler de yenildiler ve rejimleri yönetim şekilleri değişti , ama, devlet mekanizmasının aslî unsurları aynıydı. Bizde ise.. !!!

30 Teşrinisâni 1334'te (30 Ekim 1918'de) imzalanan Mondros Mütarekenâmesiyle silâhını terk eden Osmanlı Devletinin Harbiye Nâzırlığı, 30-31 Ekim 1918 gecesi, en güvenilir komutanlarına gönderdiği şifreli gizli yazıda, 'mütareke anlaşması gereğince terhis edilmesi gereken askerlerin diğer yerlere kaydırılması' emrini veriyordu.

Yani, 'Yok öyle kuzu-kuzu teslim olmak.' deniliyordu, fiîlen..

1918'de de, uğranılan büyük yenilgi üzerine hemen herkes bir şey yapmak istiyordu.. Bunu , (Bugün 23 Nisan, neş'e doluyor insan.. Vatanı atmıştı hain Sultan.. ) gibi ezberletilen şiirleri çocukların düşünmesi mümkün değil de; kocaman bebekler de mi düşünemiyorlar

Halbuki, vatanı sattığı söylenen Sultan Vahiduddin, 'Sevr Andlaşması'nın iç hukuka göre tekemmül etmemesi için, Meclis-i Meb'usân'ı da, Saltanat Şûrâsı'nı da lağvetmişti. Tâ ki, o Sevr Antlaşması'nı, iç hukuka göre teyit edecek bir makam bırakmıyor ve bu yüzden de imzalanamıyordu. M. Kemal de işte o şartlarda en geniş yetkili kumandan olarak Anadolu'ya gönderiliyordu.

Erzurum Kongresi'nde zabıt kâtibi de olan Bitlis Valisi Mazhar Müfid (Kansu)'nun, 'Türk Tarih Kurumu' nca, 'Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le beraber..' ismiyle yayınlanan 2 ciltlik hâtırâtında ilginç tespitler vardır.

(Özetleyerek verelim):

'M. Kemal Paşa'nın Kongre'de, nutkunun sonundaki duada , Padişahlık ve Hılâfet müessesesi hakkındaki temennileri için Mazhar Mufid,;

--Paşam, nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz' der. Aldığı cevap ilginçtir.

_Maksadını anlıyorum, amma, şimdi vazifemiz, halkı, vatanı ve esir Padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir.'

(Mazhar Mufid, burada, 'Paşa haklı idi. Yalnız Erzurum Kongresi'nde değil, onu takib eden uzun ve malûm safhalar içinde dahi, Padişah ve Halife'ye dua etmek, onun esaretten kurtarılmasını dilemek bir zarûret ve hattâ muvaffakıyet şartı bulunuyordu.'