Osmanlı'nın tarikatlarla ilgili kırmızı çizgileri

Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal hayatın önemli bir unsuru olan tarikatlar, devlet tarafından himaye edilmişti. Ancak tarikat şeyhlerinin devlet idaresi ve idarecileri aleyhindeki söz ve fiilleri, mensuplarının artmasıyla potansiyel bir tehlikeye dönüşmeleri ve marjinal dini yorumlarla halkın inancına tesir etmeleri durumunda fiilleri yapanlar ağır şekilde cezalandırılmıştı

Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal hayatın önemli bir unsuru olan tarikatlar, devlet tarafından hem himaye edilmiş hem de yeri geldiğinde hizaya getirilmişti. Osmanlı'nın kuruluşundan 30 Kasım 1925'te tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar devlet, tarikatlara çeşitli vesilelerle yardımlar yaptı. Esasen vakıflar şeklinde örgütlenmiş olan tarikatlar, doğrudan devletin parasıyla faaliyet yürütmüyorlardı. Fakat yüzlerce örnekten bildiğimiz üzere çoğu zaman devletin yardımlarına ihtiyaç duyuyorlardı. Söz konusu yardımlar, bir arazinin vakfa dönüştürülmesi veya temlik edilmesinden vergi muafiyeti, tekke ve müştemilatının tamiri, devlete ait bir gelirden para tahsisi, kurban bağışı, hediyeler gönderilmesi ve yiyecek yardımına kadar uzanan bir yelpazede her devirde yapıldı.
Tarikatlar, Osmanlı döneminde fetihlerde ve İslamiyet'in yayılmasında önemli rol oynadılar. Şeyhlerin halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkaları olurdu. III. Selim gibi tarikatlara intisap eden padişahlar da vardı. Padişahlar ve sadrazamların itibar ettiği şeyhler, devlet üzerinde etkili olup birçok atamaya da karışmışlardır.
Devletin ve padişahların tarikatlara bu müspet yaklaşımı ise üç durumda tamamen ortadan kalkmaktaydı. Birincisi, marjinal dini söylem ve faaliyetler; ikincisi, devlet idaresi ve idarecileri aleyhindeki söz ve fiiller; üçüncüsü, mensuplarının ve güçlerinin artmasıyla ortaya çıkabilecek muhtemel tehlikeler. Söz konusu bu üç durum, devlette bir reaksiyon ortaya çıkarıyor ve bu fiilleri yapanların sürgün veya ölüm cezasına çarptırılmasıyla neticeleniyordu.
Tarikatlarla ilgili Ahmet Yaşar Ocak, Reşat Öngeren, Necdet Yılmaz ve Ramazan Muslu'nun çalışmalarına bakılabilir.
Çeşitli tarikatlara mensup derviş ve şeyhler.
MARJİNAL DİNİ SÖYLEMLER
16. yüzyılın meşhur mutasavvıfları Oğlan Şeyh İsmail Maşukî, Muhyiddin Karamanî ve Hamza Bâlî dinî meselelerdeki aykırı düşünceleri sebebiyle idam edildiler. Devlet, toplumda kargaşaya, infiale ve dini hayatta bir bozulmaya yol açacaklarını düşündüğü bu mutasavvıfları idam ederek cezalandırdı. Bu isimlerden Muhyiddin Karamanî ve İsmail Maşukî'ye isnat edilen suçlara dair mahkeme kayıtları bugün elimizdedir.
Söz konusu kayıtlarda, Karamanî ve Maşukî; bütün eşyaya uluhiyet atfetmeyenleri kâfirlikle itham etmek, haramları helal saymak, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek, tenasühe (ruhun başka bir bedene geçmesi) inanmak, zinayı helal saymak, kabir azabını inkâr gibi dini meselelere dair suçlarla yargılanmış ve idam edilmişlerdi.
Dolayısıyla devletin buradaki tavrı, marjinal dini hareketlerle mücadele kapsamındaydı. Bu yaklaşım, her zaman idamla neticelenmemekle birlikte, imparatorluğun yıkılışına kadar devam etti. 17. yüzyılda Melâmiyye-i Bayrâmiyye'ye mensup olan Sütçü Beşir Ağa (öl. 1663) dini söylemleri sebebiyle idam edildi.
1752 yılının başlarında, Malatya'da Kalenderiliğe mensup oldukları ve yeni bir mezhep kurmaya çalıştıkları iddiasıyla 53 kişi idam edildi ve başları İstanbul'a getirilerek ibret taşında halka teşhir edildi.
IV. Murad
DEVLETE TEHDİT OLMAK
Diğer kırmızı çizgi ise devlet işlerine müdahale idi. Bir tarikat şeyh veya müntesibi devlet idaresi ve idarecileri aleyhinde söz ve fiillerde bulunduğunda cezalandırılması mukadderdi. 17. yüzyıl mutasavvıflarından Bayramiyye tarikatına mensup Kayserili Abdurrahim Efendi, bu duruma örnektir. Meşhur asi Abaza Mehmed Paşa'nın isyanı esnasında yanında bulunan Abdurrahim Efendi, bu yüzden "Abaza Şeyhi" olarak anılır.
Şeyh Efendi, 1637'de asilere verdiği destek sebebiyle Kayseri'den getirtilerek İstanbul'da zorunlu ikamet ettirildi. Bir asiyle birlikte hareket etmek suçundan sürgünle kurtulan Abdurrahim Efendi, bu kez İstanbul'da yeniçeriler arasında fitne çıkaracak sözler söylemesi sebebiyle IV. Murad tarafından idam ettirildi.
Abaza Şeyhi'nin idamında mensuplarının kalabalıklığından dolayı devlet aleyhinde bir harekete kalkışmasından çekinilmesinin de etkisi olmuştu. Nakşî tarikatına mensup Urmiye Şeyhi Mahmud Efendi de etrafına topladığı insan kitlesiyle devlete karşı bir "huruç" hareketinde bulunmasından korkulduğu için 1637'de idam edildi.
IV. Murad'ın idam ettirdiği bir diğer şeyh de Sakarya Şeyhi diye bilinen Şeyh Ahmed'dir. Şeyh Ahmed'in müritlerinin halka zarar verip eşkıyalık yapmaları şeyhi idama götüren sebeptir.
IV. Murad, Konya Mevlevihanesi Şeyhi Ebubekir Çelebi'yi Mevlevihane'ye sağlanan imkânları şahsı için kullandığı gerekçesiyle idam cezasına çarptırmış, devlet adamlarının tavassutuyla bu ceza sürgüne çevrilmişti.
Mevlevîler
SÜRGÜNE GÖNDERİLDİLER
1588-1606 yıllarında Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi postnişini olan İştibli Emir Abdülkerim Efendi, devlet adamları hakkında söylediği sözlerden dolayı iki defa sürgüne gönderildi. 17. yüzyılın önemli mutasavvıflarından Niyazi-i Mısrî, vaazlarında devlet idarecileri aleyhinde eleştirilerde bulununca birkaç defa sürgün edildi.
Halvetiyye tarikatının Şabaniyye kolu şeyhlerinden Pir Mehmed Nasuhî Efendi, 1688'de Üsküdar'da kendi zaviyesini kurup çevrede etkili olmuştu. Ancak tıpkı Niyazi-i Mısrî gibi Üsküdarlı Şeyh Nasuhî de vaazları sebebiyle 1714'te Kastamonu'ya sürgüne gönderildi. Tarihçi Ahmet Önal'ın tespit ettiği sürgün emrinde, Şeyh Mehmed Nasuhî Efendi, "ayet ve hadisler dışında meclistekilere faydası olmayacak vaazlar vermekle" suçlanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Nasuhî Efendi günlük meselelere, yani siyasete ve hâliyle devlet idaresine karışmış, "üzerine vazife olmayan" sözler söylemiş ve bu yüzden Kastamonu'ya sürgün edilmişti.
17. yüzyılın önemli şeyhlerinden Atpazarî Osman Fazlı Efendi, Edirne'de IV. Mehmed'in huzurunda devlet adamlarını tenkit ederek başa gelen felaketlerin sebebinin onların kanuna uymayan hareket ve kötü idareleri olduğunu söyledi. Sultan da kendisine hak verdi. Ancak bir fırsatını bulan devlet adamları, memleketi Şumnu'ya sürdürttüler. Birkaç ay sonra yeni