Ağzımızda cam kırıkları

Vapur, beş yıldır bitmeyen ve şehrin en güzel kıyısını rezil eden Kabataş İskelesinden kalktığında sırf reklam sıfır icraat bir belediye başkanının akan foyasını ardında köpürterek yol aldı...
Mart, son cemreyle birlikte baharın cıvıltılarını taşıyan bir müjde gibi esiyor, üstarka- açıkta oturan şehir tutkunlarının palto yakalarını titretiyordu. Serin ve duru bir hava vardı. Sarayburnu'nda nasılsa kalmış Gülhane Parkının oradan kallavi bir imparatorluk, aruz şiirler söyleyen bir Osmanlı paşası gibi bize bakıyordu.
Âşık Paşa'yı hatırladım. Selçuklu dağılırken vergi tahsildarlarının hırsıyla bir parça ekmeğe muhtaç edilmiş Anadolu insanının, has Türkmenlerin Babai ayaklanmasında bir mağarada îtikâfa çekilmiş o küçümen ihtiyarı, Baba İlyas'ı düşündüm. Eğer adalet ortadan kalkmışsa kılıcını çekmeyene şaşır, diyen Ebu Zer'in kolunda ayağa kalkan Oğuz boylarını... O Muhammedî ayyarları.

Âşık Paşa o isyanın baldırı çıplaklar soyundandı. Baba İlyas'ın torunuydu. O zamanlar mezhep ayrımı diye bir şey yoktu, herkes ehlibeyt aşığı ve Sünni'ydi. İlahi hikmet, ibadet ve zikir, "Allah" nidalarıyla Moğolların yıkımının açtığı yaraları tamir ediyordu. Dört halifeye selam verilir, Muaviye'ye buğz edilirdi...
Aşık Paşa'nın babası Osman Gazi'nin yanında fetihlere katılmış, paşa olmuştu. Oğluna buna nazire olaraktan Âşık Paşa denmişti. O ta 14 yüzyılda, halis muhlis bir Türkçeyle konuşmuş, sihirli kent Kırşehir'de ilmini şiirlerle ovalara savurmuştu. "Geçdüm andan ilerü vardum yene Bir şehir süslenmiş hem gördüm yene Gördüm ol şehr ehlinün hoş inancı var Cümle diller söze gelmiş nutku var..."
Bizim de ciddiye alınacak bir nutkumuz var mı, diye düşündüm. Gittim büfeden bir çay aldım. Şimdilerde barlar tarafından tamamen istila edilmiş Khalkedon'a yaklaşırken, biraz ilerimde dalgın gözlerle şehri izleyen hülyalı bir adam gördüm. İçimde nedensiz bir Faruk Nafiz Çamlıbel patladı!
"Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı Bir dakika araba yerinde durakladı." Bir ânın filmini çekmişti sanki şair.
Çamlıbel sessiz harflerle konuşmayı sevmiş. "Eşyayı tanırken hepimiz sade dışından esrarına yol bulduk onun anlatılışından," derken hiç lafı uzatmadan üslup nedir onu anlatmış. Müthiş bir adam. Fakat siyasete girmiş, Menderesçi vekil olmuş, tabi 60'da direkt Kerbelâ. Pardon Yassıada! O acılı yıllar sonunda (Edipler Derneğinden de atıldıktan sonra) şöyle söylemiş: "Buldu Mevla'sını Leyla'da zaman imreleri; Postu devretti ham ervaha göçen âşıklar. Bizi gerçekten usandırdı yalan dünyada, Yarı Allahsız olanlar, yarı Allahlıklar..."
Pek çok şiiri şarkı olmuş muhteremin. "Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın, sesini duyan olur, sana göz koyan olur."