Halkın tepkisini tehditle boğamazsınız!

Geçen hafta Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümünde, Berlin Brandenburg Atatürkçü Düşünce Derneği'nin davetlisi olarak bir konuşma yapmak üzere Berlin'e vardığımda herkesin konuştuğu konu, kentte gerçekleştirilen büyük mitingdi. Federal Meclis önünde toplanan halk; ırkçılığı, yabancıların ülkeden sürülme planını, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi'nin söylemlerini protesto etmişti.

Eylemi düzenleyenlerin verdiği bilgiye göre Berlin'de 250 bin, ülke çapındaki gösterilerde toplam 900 bin kişinin sokağa çıkmıştı. Haftalardır süren protestolar sırasında AfD'nin üye sayısı artmış ama ülkede desteklenme oranı yüzde 22'den yüzde 19'a inmiş.

Almanya'da aşırı sağa karşı kurulan demokrasi ittifakında, Hıristiyan demokratlardan sosyalistlere, sendikalardan üniversitelere, inanç topluluklarından gençlik derneklerine, spor kulüplerinden iş dünyası temsilcilerine kadar çok geniş bir kesim yer alıyor.

Berlin'de bulunduğum süre boyunca, bana, Türkiye'de muhalefetin ve laik kesimin tepkisini duyurmak için neden bu tür büyük eylemler yapmadığı soruldu. Özellikle 14 ve 28 Mayıs genel seçimlerinden sonra halkta oluşan yılgınlık herkesin dikkatini çekmiş.

ÖRGÜTLÜ VE SÜREKLİ MÜCADELE ŞART

Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi (AYM) arasında yaşanan gerilimin bir sivil darbeye dönüşmesinden sonra ana muhalefet partisinin yapacağını duyurduğu fakat şehit haberlerinden sonra iptal ettiği miting için bile geç kalınmıştı.

TBMM'de Can Atalay'ın vekilliğinin düşürülme girişiminden sonra birçok kentte protesto gösterileri oldu. O anda bir liderin yapması gereken, kendiliğinden oluşan o tepkiye katılıp destek vermekti. Ancak Türkiye'deki siyasi partilerde net bir liderlik sorunu var. Kriz anlarında inisiyatif alıp halkın sesi olamıyorsanız, sadece sosyal medyada tweet atıp video paylaşıyorsanız halkın direncini köreltiyorsunuz. Yeri geldiğinde sokakta halkın içinde olmayı başaramayan siyasetçiden lider olmaz.

Bunu belirtirken elbette toplumsal tepkinin ortaya konulmasını tek bir liderin varlığına bağlamıyorum. Yalnızca örgütlü mücadelenin önemini vurguluyorum.

Bireysel açıdan değerlendirildiğinde önemli bir tespiti ise Karaköy iskelesinde vapur beklerken, yazılarımı takip ettiğini belirterek benimle konuşmaya başlayan bir okuyucum söyledi:

"Biz de suçluyuz. Tepkimizi yüksek sesle dile getirmediğimiz için, yeterince mücadele etmediğimiz için, sustuğumuz için sorumluyuz. Kızımı eğitim için ABD'ye göndermeye çalışıyoruz ama biz burada kalıp direneceğiz."

Öyleyse herkes kendisini sorgulamalı: Gerici ve piyasacı düzeni değiştirmek için yeterince ses çıkardınız mı

TEHDİDİN NEDENİ KORKUDUR!

Halkın oylarıyla seçilmiş bir milletvekilinin vekilliği, AYM'nin uygulanması zorunlu olan kararlarına karşın, tüm hukuk kuralları çiğnenerek, TBMM'de düşürülmeye çalışılıyorsa bunun adı sivil darbedir.