Hayretimizi arttır ya Rabbi!

Nazım Hikmet külliyatını devireli yıllar oldu. Hangi kitabında, hangi şiirinde, hangi mektubunda gördüğümü hatırlamıyorum ama "hâlâ şaşırabiliyorsak, genciz" mealinde bir sözü olduğuna yemin edebilir; ama ha dediğinizde kanıtlayamam. Bu enfes sözün bir benzerini de Hz. Muhammed (s)'e izafe edilen "Allah'ım hayretimi arttır." duasında görmek mümkün.

Bugün hayret duygusunun giderek yittiği, insanlığın yitiği olduğu günlerden geçiyoruz. Bunun sebepleri üzerine düşünürken suçlanacak ilk adres teknoloji ve onun hayatımızdaki yaygınlığı oluyor. Herhangi bir olağanüstü durumla karşılaştığımızda, anında yapay zekânın parmak izini bulup şaşırma fırsatını kaçırıyoruz. Örneğin, sokakta timsah gezdiren adam videosunu gördüğümüzde, "Bu nasıl olur" diyerek şaşırmak yerine, hemen görüntünün yapay zekâ üretimi olduğunu çözümleyip geçiyoruz. Biz yetişkinlerin bu tavrı yetmezmiş gibi çocuklarımız bile bir omuz silkerek kaldıkları yerden Reels'e devam ediyorlar. Teknolojiyle bu kadar kolay aşinalığımız, "vay be!" ya da "oha!" nidalarını çoktan hayatımızdan çıkardı.

Oysa Arthur C. Clarke'ın dillere pelesenk olmuş bir sözü var: "Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez." Ama biz, henüz kutuyu açıp içine bakmadan sihri bozmaya başladık bile. Bu erkenden vazgeçtiğimiz hayret duygusu, aslında teknolojik gelişmeleri anlamamıza, arkasındaki dev emeği ve çözmeye çalıştığı büyük sorunları görmemize engel oluyor. İster istemez, yapay zekâyı, teknolojik yenilikleri ve onların sunduğu devrimsel çözümleri tüketim kültürünün basit birer enstantanesi olarak algılayıp sıradanlaştırıyoruz.