Şahname'den Hürmüz Boğazı'na: İran'ın Bitmeyen Mücadelesi
İsrail'in kapsamlı hava harekâtıyla başlayan yeni savaşta yalnızca füze sistemleri değil, bin yıllık bir medeniyet hafızası da sınanıyor. İran, sahada zayıflıyor gibi görünse de; tarihî sabrın, jeopolitik derinliğin ve direnişin adıdır. Türkiye ise bu krizde yeniden oyun kurucu konumuna doğru ilerliyor.
Ortadoğu bir kez daha ateş çemberine döndü. 13 Haziran'da İsrail tarafından başlatılan geniş çaplı hava saldırısıyla İran'ın nükleer altyapısı, askerî üsleri ve füze bataryaları hedef alındı. Tahran yönetimi ise yüzlerce füze ve insansız hava aracıyla karşılık verdi. Ancak askerî dengenin sahada İsrail lehine kaydığı açık. Peki, bu tablo gerçekten İran'ın kaybettiği anlamına mı geliyor
Askerî analizler, İsrail'in hava sahasındaki açık üstünlüğünü ortaya koyuyor. Fakat bu savaş yalnızca silahlarla değil, tarihsel hafızayla da yürütülüyor. İran, bugünüyle değil; geçmişiyle bir cevaptır. Ahamenişlerden Safevîlere, Kaçarlardan İslam Devrimi'ne kadar geçen bin yıllık süreç, bu milletin sadece savaşmayı değil, direnerek var olmayı da öğrendiğini göstermektedir.
Bugünkü İran'ı yalnızca 1979 Devrimi ile sınırlamak, bu coğrafyaya karşı işlenmiş bir entelektüel kusurdur. İran, Kiros'un adaletiyle Ahameniş'i kurdu, Şapur'un düzeniyle Sâsânî'yi ayakta tuttu. Ardından Safevîlerle birlikte sadece bir devlet kurmadı; inanç üzerine inşa edilmiş bir siyasî kimlik doğurdu. Bu yüzden İran, savaş meydanında kaybedebilir; ama tarihini kaybetmez.
Hâlâ İsfahan camilerinin kubbesinde Şah Abbas'ın bakışı saklıdır. Hâlâ Şiraz'da Hafız'ın mısralarında inancın sabrı, şiirin şifası vardır. İran'ın kaynağı yalnızca yer altı zenginlikleri değil; kültürel hafızası ve ideolojik direncidir. Bu da onu yalnızca bir devlet değil, bir medeniyetin nöbetçisi hâline getirir.
İran'ın füzeleri tükenebilir, şehirleri harap olabilir. Ancak hiçbir hava saldırısı Şahname'deki "Rüstem"in direncini, Hafız'ın "sabırda gizli adalet"ini, Necef'in toprağında büyüyen irfanı yok edemez. Çünkü İran, kaybederken bile kazanmayı bilen bir tarihtir.
Savaşta zarar gören şehirler, yok edilen üsler ya da tükenen füze stokları İran'ın zihinsel haritasını değiştirmiyor. Çünkü İran bir coğrafyadan ibaret değil; bir inanç, bir bekleyiş, bir sabır geleneğidir. Dün Moğollarla, bugün İsrail'le Ama hep direnerek.
Elbette İran'ın savaş kapasitesi sınırlıdır. Ancak bu sınırlılık, coğrafyanın stratejik derinliğiyle telafi ediliyor. İran yalnızca kendi topraklarıyla değil; Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, Lübnan'da oluşturduğu direniş ağıyla hareket ediyor. Bugün Tahran'da atılan bir füze, aslında Kudüs'teki denklemle, Şam'daki saha ile ve Riyad'daki diplomasiyle birlikte okunmalıdır.
Dahası, bu savaşın görünmeyen cephesi enerji yollarıdır. Hürmüz Boğazı, dünya enerji ticaretinin 20'sine ev sahipliği yapıyor. İran'ın bu boğazı kapatma tehdidi, küresel piyasaları doğrudan etkileyebilecek güçtedir. Bu da, İran'ın topyekûn çökmesini istemeyen birçok ülkenin başta Çin ve Hindistan olmak üzere sessiz ama dikkatli bir pozisyon almasına neden oluyor.
Hürmüz Boğazı: Sadece Bir Su Yolu Değil, Bir Kriz Silahı
Hürmüz Boğazı yalnızca jeopolitik bir geçit değil; enerji sisteminin atar damarıdır. İran'ın bu boğazı kapatma kartı henüz açık oynanmıyor olabilir. Ancak bu kartın sadece masada bulunması bile küresel dengeleri tehdit etmeye yetiyor. Çünkü o boğaz kapandığında yalnızca tankerler değil; Çin'in, Japonya'nın, Avrupa'nın ekonomileri de durur.