Sadece akîde özgürleştirir; o yüzden en evrensel cümlemiz, akîde cümlemizdir bizim

Tarihi yapan şey, akîdedir.

Sâbitelerdir, değişkenler değil.

Âkide, sâbiteler demektir, dogma demek değildir.


SÂBİTELER İHYA VE İNŞA EDER; DEĞİŞKENLERSE, İMHA!

Akîde, "dogma" olarak adlandırılır ama bu çok yanlıştır. Bir Müslüman toplumda, akîde'yi dogma olarak adlandırmak, o toplumun zihnen körleştiğinin, epistemik bir köleleşme yaşadığının göstergesidir.

O yüzden Akîde, bütün varlığı kuşatan, varlıklar arasında bir anlam haritası inşa ederek irtibatı sarsılmaz, muhkem bir şekilde kuran bir varoluş alanına sahiptir. Ne yazık ki, İslâm'ın akidesi böyledir yalnızca. Diğer dinlerin akîdeleri böyle değildir; paganlaştırılarak tahrip edilmiştir; dokunulmazdır. Dokunan yanar!

İslâm, insana irade ve akıl verildiği ve seçme hürriyeti bahşedildiği için insanın inanmakta da inkâr etmekte de hür olduğunu beyan ve ilan eder.

İslâm›ın akîdesi, bütün varlık alanını kuşattığı için, İslâm'ın sâbiteleri, körleştirici ve köleleştirici değil, aydınlatıcı, zihin açıcı ve özgürleştiricidir.

Ezcümle: Sâbiteler inşa eder, değişkenler imha eder her şeyi.

Akîde, hakikatle irtibatın kopmaz bir şekilde kurulmasını sağlar.

Akîde, sâbiteleri değişkenlere yön ve anlam verecek şekilde harekete ve hayata geçirir.

Sabitelerle değişkenler arasındaki hiyerarşik - ontolojik ilişki bozulmazsa, hayat yaşanabilir bir hayat olur; bozulursa, her şey çığırından çıkar: Değişkenler, adı üstünde gelip geçicidir, değişicidir ve sâbite katına yükseltilirse değiştirici, tanınamaz hâle getirici, bozucudur.

Dün ayıplanan, yadırganan davranış biçimleri, meselâ çıplaklık, bugün özgürlük olarak algılanır, tartışılmaz değer olarak dayatılır ve sâbite katına yükseltilebilir.

İslâm›ın nasıl bir nimet olduğunun farkında bile değiliz.

Bu toplumun tek sığınağı, tek tutanağı, tek umut ışığı İslâm'dır.

İslâm›ı yitirirsek hiçbir şey kazanamayız.

İslâm›ın en evrensel cümlesi, akîde cümlesidir.

İslâm›ın dışındaki bütün dinlerin en evrensel cümleleri, akîdeleri ile ilgisi olmayan alanlara ait cümlelerdir. Felsefeyle, sanatla vs. ilgili cümlelerdir. O yüzden İslâm medeniyetinin dışındaki dinlerde ve medeniyetlerde felsefe de, sanat da, iktisat da, bilim de kolaylıkla kutsanır, din katına yükseltilir. Tarih bunun en büyük tanığıdır.


AKÎDE'SİZ BİR DÜNYA KURULAMAZ!

Biz, biz Müslümanlar, akîdeyi yani sâbiteleri merkeze alan bir yolculuk yapıyoruz. Tarihi ancak akîde üzerinden değiştirebiliriz. Tarihi yapan şey akîdedir, sâbitelerdir, değişkenler değil. Akîde sabittir, değişmez, değiştirir.

Felsefî olarak biraz daha derinleştirecek ve metne lezzet katacak olursak şöyle açabiliriz meseleyi: Akîde, sanıldığı gibi salt dogma demek değildir, dogma'larla ilgili değildir. Hakikatin varoluş ilkelerinin şifrelendiği hazinedir. Terra incognita yani keşfedilmemiş kıta anahtarıdır.

O yüzden akîde, fıtratla yani kök'le, ilgili bir şeydir. Kök ise gök ekini bir meyvedir. Rubûbiyet şuuruyla Ubudiyet şuurunun buluşmasıdır.

Şöyle bir cümle kurayım burada: Rubûbiyet şuurunu veren akîdemizin dikey boyutu, Lâ ilâhe illallah kısmı, kişinin, dünyanın eseri zihnin, zeminin ve zamanın tasallutundan kurtulmasının anahtarlarını verir kişiye.

Muhammedün Rasûlüllah kısmı, akîdemizin yatay eksenini oluşturan ubûdiyet boyutu ise kişinin bu dünyanın zihin kalıplarına, zeminine, zamanına tasarrufta bulunmasının kapılarını açar sonuna kadar…