Bu toplumun yok olma tehlikesine rağmen direnişi ve doğruluşu ve tarihin akışını değiştirecek geleceği inşa çabası bitirilemedi, bitirilemeyecek. Bin yılı biz kurduk.
Gelecek bin yıla iyi hazırlanmak zorundayız.
Osmanlı ruhunun çökertilme girişimlerine rağmen direnme gücünü ve dirilişini yazdı MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimiz.
Zihin açıcı okumalar…
KRİZİN ANATOMİSİ
Tarih, genellikle kolay okunur bir senaryo sunar. Yükseliş, duraklama, çöküş. Oysa büyük imparatorlukların son nefesi, bu basit döngünün çok ötesinde, içinde hem dram hem de mucize barındıran katmanlı bir sanattır. Bir cihan devletinin altı asırlık öyküsünü yalnızca "kaçınılmaz bir gerileme" olarak etiketlemek, Merkeziyetçilik, İdeolojik Arayış ve Askeri Reform eksenlerinde dönen, kan, ter ve fikriyatla yoğrulmuş mücadelenin ruhunu ıskalamak olur. Bu, yavaş yavaş şekil değiştiren, kabuk bağlayan ve nihayetinde bambaşka bir varoluşa evrilen dönüşümün hikayesidir.
Büyük bir coğrafyayı bir arada tutmanın sırrı, çekirdeğin sarsılmaz kuvvetinde saklıdır. Bu kuvvet, bir zamanlar adaletle işleyen liyakat sisteminde, devletin her köşesine uzanan adalet ağında kendini gösterdi. Zamanla, bu kudretli çekirdeğin çevresinde paslanma başladı. İdarî mekanizmaların gevşemesi ve vergi toplama sistemindeki yozlaşma, imparatorluk bünyesinde derin yaralar açtı. Taşranın güçlü aktörleri olan ayanların yükselişi, merkezin gücünü kemiren bir kara delik oluşturdu.
Bu yozlaşma, "Hasta Adam" metaforunu haklı çıkarır gibi görünse de, imparatorluk çareyi yeniden yapılanmada buldu. Tanzimat'ın kalın, tok sesi, bir yeniden düzenleme iradesinin ilanıydı. Bu, kendi öz kaynaklarını kullanarak Batı'nın araçlarını kendi davasına adapte etme denemesiydi, lakin taklitten öteye gidemedi. Merkez, eski usullerle çözemediği sorunları yeni bürokrasi ve hukuk kodlarıyla dizginlemeye çalıştı. Bir ağacın kurumuş dallarını keserek gövdesini kurtarmaya çalışması gibi. Ama sonuç...
ZİHNİYET KRİZİ VE DÖNÜŞÜMÜ
Dönüşümün en çalkantılı cephesi, zihniyet alanında yaşandı. Kuruluşunda İslâm şuuru, Gaza ruhu ve sonrasında kozmopolit Roma mirasının senteziyle yükselen yapı, yanlış hamlelerle Hristiyan tebaasını kaybettikçe bir kimlik boşluğuna düştü. Artık imparatorluğu bir arada tutacak yeni bir yapıştırıcıya ihtiyaç vardı.
Bu noktada İslamcılık sahneye çıktı. Bu, II. Abdülhamid'in pragmatik dehasıyla yeniden yorumlanmış bir fikriyattı. Halifelik, sömürgeci güçler karşısında tüm Müslümanların ruhani liderliği olarak vurgulandı, bir savunma kalkanına dönüştürüldü. Başarılı da olacak gibiydi.
Kandırılmış/Satılmış Entelektüel çevreler, Osmanlı rüyasına ihanete başlamıştı. Jön Türkler başlangıçta devleti kurtarma misyonuyla hareket ediyormuş gibi olsa da, coğrafî kayıplar ve kimlik bunalımı onları kaçınılmaz olarak adına Türkçülük dedikleri yıkıma yöneltti. Gökalp'in kültürü ve medeniyeti ayıran, Türk kültürü ile İslâm medeniyetini Batı modernliğinde eriten karmaşık sentezi, adına uluslaşma dedikleri İslamsız Türklük fikrînin altyapısını kurdu. Bu, ruhunu kaybetmişlerin yeni bir ruh icat etme çabasıydı.

14