Kitapsız bir dünya kurulamaz: Avrupa'da gönül coğrafyasına açılan bir sefer
Yurt içi ve yurt dışı programlarıma MTO'muzun asistanlarından talebe kardeşlerimi yanıma alıyorum. İki. Üç. Dört, beş kardeşimizle yol alıyoruz. Onlar için de çok güzel bir tecrübe oluyor bu yolculuklar MTO merkez yönetimimizde 50 civarında, Türkiye ve dünya çapında 350 civarında yönetici ve asistan kardeşimiz var. Bunlardan uygun olanları, MTO'ya en çok emek verenleri alıyorum yanıma. Bu kardeşlerimizin masraflarını da bizi davet eden kurumlar karşılıyor. Para pul almıyorum bu programlardan, sadece kardeşlerimizin masraflarını karşılamalarını istiyorum. Bu da hoşlarına gidiyor bizi davet edenlerin de.
Önceki hafta Münih'ten Zürih'e ve Lozan'a kadar uzanan bir hafta süren Avrupa seyahatimizle ve programlarımızla ilgili izlenimlerimizi değişik açılardan yazmaya devam ediyoruz. Bugün, MTO'muzun demirbaşlarından parlak asistanlarımızdan Selim Arslan kardeşimizin kaleminden seyahatimizin ve programlarımızın Almanya ayağına ilişkin gözlemlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Zihin açıcı, bereketli okumalar diliyorum.
4 Nisan sabahı, yüreğimizde heyecanla, Avrupa'nın göbeğinde medeniyetimizin izlerini sürmek, genç gönüllere umut tohumu olmak için yola çıktık. Avrupa'nın kalbine doğru çıktığımız bu yolculuk, modern dünyanın kuşattığı genç zihinlere bir nefes olmak, medeniyetimizin kayıp izlerini yeniden görünür kılmak içindi. Yol haritamızda şehir ve kentlerden ziyade, hakikat durağına uğrayan gönüller vardı.
Yolculuğumuz, Muharrem Kartancı ağabeyin beni almasıyla başladı. Yusuf Kaplan Hoca'yı da aldıktan sonra Havalimanı'na doğru yola koyulduk. Daha ilk dakikalarda, Hoca'nın kitapçıya uğrama arzusu, aslında bu yolculuğun sadece fizikî bir seyahat olmadığını gösteriyordu. Bu, fikirle dolu bir yürüyüş olacaktı
Münih Havalimanı'nda bizi karşılayanlar arasında Ayşe Akdağ Hocamız, Yeşim Hanım ve iki genç Yusuf vardı. Yusuf Kaplan Hoca'nın ifadesiyle: "Yusufeyn." Miraç Camii'nde hep birlikte cuma namazını kıldık. Ardından caminin eğitim sorumlusu Beytullah Hoca ile tanıştık. Gençlerin aile bilinci, sağlam bir evlilik ve kimlik inşası için verdikleri çaba, yüreğimize su serpti. Mekân yurt dışı olsa da medeniyet Miraç Külliyesi'nde nefes alıyordu.
Ardından Münih Olimpik Parkı'na geçtik. Baharın ilk ışıkları, gölette yüzen sazan balıkları ve yüzümüzü okşayan rüzgârla sanki tabiat da bu yürüyüşe eşlik ediyordu. Parkın, savaşın ardından çöplerle oluşturulmuş yapay tepeleri üzerinde yürürken düşünmeden edemedim: Yıkıntılar bile medeniyete dönüştürülebilir. Yeter ki bakış açın diri, yürüyüşün ruh dolu ve sahici olsun.
Akşam ise Mehmet Akif Ersoy Camii'nde Yusuf Hoca'nın gençlerle buluşması vardı. Bu buluşma, bir uyanışa çağrıydı adeta. Gözleri parlayan gençler, defterleri önlerinde, Yusuf Hoca'nın dudaklarından dökülen cümleleri tek tek not alıyorlardı. Hoca, program sonrası her biriyle ilgilendi. Çünkü bu çağın en büyük gerekliliği "gönüllere dokunmak"tı.
Ertesi sabah, Münih'te bir köftecide kahvaltı yaparken Hoca, yanında getirdiği kitapları gençlere imzalayıp hediye etti. Ardından bana döndü: "Selim, en yakın ikinci el kitapçıyı bul," dedi. Bu cümle, bu yolculuğun bir özeti gibiydi. Çünkü biz nereye gidersek gidelim, kitapların izinde yürüyorduk. Nitekim her şehirde kitapçı dükkânları ilk durağımız oldu.
Medeniyet sadece taşla ve bina ile kurulmuyor; kalple, kelimeyle, kitapla ve sohbetle inşa ediliyor. Biz de Münih'ten yola çıkıp Kaufbeuren'e doğru ilerlerken tam da bu hakikatin içindeydik. Surlarla çevrili, zamanın yavaş aktığı bu küçük şehir, büyük gönüllerle buluşmamızın mekânı oldu.
Yusuf Hoca burada, Orta Çağ'ın taş sokaklarına çağrının sözünü bıraktı. Medeniyet Tasavvuru Okulu talebelerinden Yeşim Abla ve Nurullah Abi'nin evinde ağırlandık. Bayar ailesinin muhabbetle yoğrulmuş sofrası hem fizikî yorgunluğumuzu hem zihnî yorgunluğumuzu dindirdi.
Sonraki durağımız: Heidelberg. Yusuf Hoca'nın bu şehir için söylediği cümle adeta bir manifestoydu: "Burada her şehrin bir kimliği var." Gerçekten de öyleydi. Heidelberg, Alman estetiğinin akılla, ruhla ve tarih şuuru ile yoğrulmuş hâliydi. Şehrin taş sokaklarında, filozofların yolunu adımlarken Nietzsche'nin düşünce izine dokunur gibiydik. Medeniyet, bazen bir düşünürün bastığı toprakta, bazen bir taşın gölgesinde görünür olur.