Kaufbeuren, Heidelberg ve Stuttgart seyahatleri: Avrupa'da derdinin izini sürmek (2)
Bu sütuna, zaman zaman MTO'nun parlak isimlerini misafir olarak alıyorum. MTO'nun patlak talebeleri hem çaplı hem de lezzetli yazılar yazıyorlar. Memlekette çocuklarımızı iki senede, üç senede zehir gibi yetiştiren başka bir okul bulmak kolay olmasa gerek.
Üç haftada üç kıtayı altını üstüne getirdik. Önce Avrupa'da Almanya ve İsviçre seferimiz oldu. Almanya'da Münih, Kaufbeuren, Heidelberg, Stuttgart şehirlerinde Ayşe Akdağ kardeşimizin mihmandarlığında Muharrem Kartancı Hocamız ve Selim Arslan kardeşimizle birlikte çok güzel geçen, lezzetli, verimli, ruhu dolu konferanslarımız ve seyahatlerimiz oldu. Bu seyahatimizin Almanya bölümünün ikinci kısmını Ayşe Akdağ kardeşimizin leziz ve asûde kaleminden aktarıyorum.
HEIDELBERG: ALMANYA'NIN EN GÜZEL VE TARİHÎ ŞEHRİ
13. yüzyılda kurulan ve ihtişamlı bir şatosu olan Heidelberg şehri, doğal güzellikleri, ılıman iklimi ve canlı şehir kültürüyle yıllık yaklaşık 11.9 milyon ziyaretçi ağırlıyor. Şehrin merkezine doğru ilerledikçe, tarihî eski şehir ve dağları bize adeta göz kırpıyor ve biz, dağlarla çevrili Neckar Nehri'nin eteklerinde muhteşem manzarayla Allah-u Teala'nın yarattığı güzellikleri temâşâya dalıyoruz.
Alman romantizmi döneminde, Clemens Brentano ve Joseph von Eichendorff gibi romantik şairlerin ilham kaynağı olan şehrin manzarası, bugün birçok şairin mısralarında yaşamaya devam ediyor. Neckar Nehri boyunca uzanan manzarasının, bazı düşünürler için insanı hem hüzünlendiren hem de umutlandıran bir güzellik taşıdığını biliyoruz.
Clemens Brentano, bu tarihî dokuyu bir "rüya âlemine" benzetirken, Achim von Arnim şehri "kalbin yurdu" olarak tanımlıyor. Şehre 1797 yılında birkaç haftalığına gelen ünlü Alman edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe, şehrin doğal güzelliği ve tarihî atmosferinden çok etkileniyor ve ruhunda derin iz bırakan manzara karşısında "Heidelberg" başlığıyla şu mısraları kaleme alıyor:
Sabah çiğiyle kaplanmış gül ve zambak.
Yanı başımdaki bahçede açar.
Arka tarafım çalılarla kaplı, samimi manzara.
Yukarı doğru yükselen bir dağ.
Yüksek ormanlarla kuşatılmış.
Ve bir şövalye şatosuyla taçlandırılmış.
Dağın zirvesi yumuşak bir eğimle kıvrılıyor.
Uyum içinde vadi ile barışıncaya kadar.
FELSEFECİLER ŞEHRİ
Felsefenin merkezi olarak uzun bir tarihe sahip olan şehirde, birçok düşünür fikirlerini geliştirmiş ve tarih boyunca etkili olmuştur. Bunlardan biri, Heidelberg Üniversitesi'nde profesörlük yapmış olan Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel'dir. Özellikle 18. ve 19. yüzyılın başlarında felsefeye büyük katkılarda bulunan Hegel, en önemli eserlerinden biri olan "Ruhun Fenomenolojisi"'ni burada kaleme almaya başlamıştır.
Doğayla insan ruhunun beslendiği bu şehirdeki Neckar Nehri boyunca uzanan tarihî Filozoflar Yolu, filozofları sadece yürüyüş yoluna değil, aynı zamanda felsefî keşif yolculuğuna çıkarmıştır. Filozoflar Yolu, büyük filozof Nietzsche'yle özdeş hâle geliyor. Bunun sebebi, Nietzsche'nin her gün bu yokuşu tırmanarak bu yol da saatlerde yürümesi, karşı tarafı temâşâ etmesi
Kısa bir şehir turu sonrası araçla Filozoflar Yolu'na çıkıyor ve geçmişe giderek bu keşif yolculuğunu gözümüzde canlandırmaya çalışıyoruz. Vakit kaybetmeden Stuttgart UID merkezine doğru hareket ediyoruz.
STUTTGART'TA YAPAY ZEKAYI KONUŞMAK
Ruhumuzun beslendiği bir şehirden, hocamızın "Yapay Zeka ve İnsanlığın Geleceği" başlıklı programına iştirak ediyoruz. Konferansın ayarlanmasına vesile olan MTO Frankfurt temsilcimiz Hülya Karadoğan Hanım, bizi büyük bir heyecan ve mutlulukla kapıda karşılıyor. İçeride ise, yoğun bir katılımla gerçekleşen programı özveriyle hazırlayan Stuttgart UID Başkanı Burak Şahin Bey, ilk konuşmalarını yaparak hocamıza mikrofonu devrediyor. Konferansın başlığı, "Yapay Zeka ve İnsanlığın Geleceği", çağın en ağır hastalığını teşhis edercesine belirlenmiş gibi. Ve bu konferans, sanki çağın hastalığına şifa olması için yazılması gereken bir reçete niteliğinde. Bunun sebebi nedir peki İnsanlık, yapay zeka ile sığındığı tapınaklara hapsolmuş durumda: