İstanbul Boğazı'nın sırrı Ege'den Karadeniz'e manevi sefer Hakikat ile medeniyetin buluşması

İstanbul, Osmanlı'nın ruhudur. Tarihî Yarımada da İstanbul'un ruhu. İstanbul üstüne düşünmüyoruz hiç. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşimiz İstanbul üzerine derin düşünen birkaç yazı kaleme aldı. Bu yazılardan ilkini paylaşıyorum sizlerle. Leziz ve nefis bir yazı bu.


İSTANBUL'UN ÜÇ MANEVÎ MUHAFIZI

Boğaz, Kara Deniz ile Ege arasında akan bir damar; medeniyetin şah damarıdır. Karadeniz'den Ege'ye doğru bir akış vardır, ama aynı zamanda görünmeyen bir ters akış da mevcuttur: Ege'den Karadeniz'e. Bu damar, İstanbul Boğazı, bütün insanlığın şah damarıdır. Burada coğrafya veya biyolojiye girmeye gerek yok; mesele semboliktir.

Karadeniz, her zaman sırlarla örtülü bir deniz olmuştur. Kaderin ve bilinmez hakikatlerin kaynağıdır. Bu sırlar, Ege havuzunda dalgalanarak tüm âlemi besleyecek medeniyet deryasına dönüşür. Ege, kadim medeniyetlerin toplanma havuzudur. İslam'ın kucaklayıcı ruhu dokunduğunda, buradaki bütün medeniyetler kendi derinliğinde yeniden şekillenir. İnsanlık, bu havuzdan beslenerek kendi kemâlinin zirvesine ulaşır. Ancak her medeniyet burada zenginleştikten sonra, yine İslam kanalıyla hakikatine yönelir. Ege'den Karadeniz'e alttan akan bu görünmez akış, tam da budur.

Ege'nin aklı Mısır ve Yunan medeniyetleri olsa da onun zirve noktası İslam'la buluşarak İstanbul'da kemâlini bulur. İstanbul, akleden kalptir; İslam medeniyetinin kalbiydi. Karadeniz ile Ege arasında, İstanbul Boğazı akıl ve duyguları birleştiren şah damardır. Bu damar, dört hakikat erinin manevi muhafazasıyla korunur.

Hakikatten akan akın, peygamberin vahyiyle başlar.

Yuşa Peygamber, iki denizin buluşma noktasının sembolüdür; Melekût ile mülk âleminin kavuşmasının muhafızıdır. Vahiy, hayat demektir.

Hakikatten akan ilâhî nur, derin tarihî zamanlardan geçerek güneye akar ve Marmara'ya geçişte Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ile buluşur. İbn Arabî'nin sırrı, Hüdayi tarafından Ege'de toplanır. Celvetî tarikatı bu sırla yoğrulmuştur; Ege'nin manevi mirasına hayat verir. Vahdetin bu tecellisi, Ege'deki mirasla buluşur ve Doğunun rüzgârını Batı'dan maddi hayata aktarır. Alttan olan Boğaz'daki akış, bu inşanın terennümüdür.

Boğaz'da bu akış, bir başka muhafız olan Şeyh Yahya Efendi ile buluşur. Onun timsalinde, tevarüs ve temellük edilmiş miras İstanbul'un kalbinden bütün âleme akar. Yahya Efendi'nin vakıf, imaret, medrese ve su yolları gibi faaliyetleri, Ege mirasının hakikatle buluşmasının doğal sonucudur. Beşiktaş, Fatih'in İstanbul'unun maddi planda yeniden inşasının manevi rehberidir. Süleymaniye, Mimar Sinan'ın ruhuna damlayan Yahya Efendi'nin mânâ âleminden bir pınar. Bu pınar, aynı zamanda devletin de omurgasını inşa etti. Mimari ve devlet, aynı maneviyatın tezahürleridir.

İstanbul yalnızca bir şehir değildir; bir mirasın kurucusu ve koruyucusudur. İstanbul'u Balkanlar'a sıkıştırmak, onu Boğaz'dan ayırmak demektir. İstanbul'u bütün okumak gerekir. Balkanlar, İstanbul'un konumlanmasında zemin değil, bu zeminin inşa ettiği zamanın mefhumudur. Bu zaman, Ege'nin manevi mirasına dokunan İslam ruhunun, yani zihnin tecellisidir.

Osmanlı, İstanbul merkezli durgun bir yapı halinde kalmadı. Amacı dünyada sabit bir noktada kalmak değildi. Onu daim canlı, fütüvvet ve cihad ruhuyla dinamik ve hareketli kılmak istiyordu. Çünkü durgun su kokar. İstanbul'da tecelli eden medeniyet mefkuresinin tek gayesi vardı: İnsanı kendi kemâline ulaştırmak.

Bu kemâlin medeniyet ve insan bağlamında temsili, Boğaz'ın son muhafızı Telli Baba'da tecelli etmiştir. Şehadet ve velayetin kavuştuğu nokta; "Eşhedü" sırrının tam tezahür ettiği an buradadır.

Karadeniz'den başlayan su, Ege'de yeniden alttan Karadeniz'e doğru akar. Yuşa Peygamber ile başlayan hakikatin tecellisi, Aziz Mahmud Hüdayi'nin ruhunda vahdetten kesrete doğru açılır. Ege'den tevarüs yaparak yeniden, Yahya Efendi'nin vakıf ve imaret ruhunda temessül eder.