Vuqar Azizov, MTO Azerbaycan temsilcimiz ve en parlak talebelerimizden biri. Gazze üzerine Türk matbuatında -henüz seviyesine ulaştığını göremediğimiz, muhtemelen de bu salaş, savruk, sığ ortamda göremeyeceğimiz- fikrin zirvesini oluşturan enfes yazılar yazıyor.
Ben de burada sütunumu ona açıyorum. Bendenizin "Gazze Milattır: Bir Gazze'den Öncesi Vardır, Bir de Gazze'den Sonrası", ana başlığı altında yazdığım yazılardan ilhamla muazzam fikir kuleleri ve ruh anıtları dikiyor Vuqar kardeşim.
Bugün burada paylaştığım yazısında, "Gazze'den sonrası" faslında geçmişten geleceğe hem muazzam bir tarih felsefesi hem de muhteşem bir medeniyet felsefesi yapıyor.
Şapka çıkarıyorum.
Allah (cc) nazardan korusun. Bize böyle nefis fikir adamları yetiştiren, armağan eden MTO'muzu da koruyup kollasın.
Buyurun fikir ziyafetine ve ruh atılımının lezzetine…
MOĞOLLARIN ÇÖKÜŞÜ, ANADOLU'NUN DOĞUŞU…
Moğolların yıkımı, ilk medeniyet krizinin en zirve dönemi olması bakımından, yeni bir dönüşümün ve değişimin doğuşuna gebeydi.
Evet, Müslümanlar kendi aralarındaki ihtilaflar ve yaşadıkları zihinsel kriz sebebiyle bu cezayı, daha açık bir ifadeyle Celalî tecelliyi hak etmişlerdi. Ceza bir sonuçtu ama bunun aynı zamanda bir imkân boyutu da vardı. Anadolu'da ilim-irfan havuzunu oluşturanlar da yine bu Moğollardı.
Peki, bu imkân nasıl bir yol izledi
Sır, bunun doğru okunmasında gizlidir.
Moğolların yıkımı, Anadolu'nun doğumunu getirdi. Bir yanda Mevlânâ Celaleddin Rumi ve Yunus Emre gibi hak âşıkları, diğer yanda Ertuğrul Gazi ve Osman Bey gibi gaziler vardı.
MOĞOLLARIN ÖNÜNDE HZ. MEVLÂNÂ DURDU, HZ. MEVLÂNÂ'DAN OSMAN'LI DOĞDU
Moğolların önünde duran Hz. Mevlânâ oldu. Hz. Mevlânâ'dan doğan da Osmanlı oldu.
Nasıl mı
Cemalin yankısı, Hz. Mevlânâ'nın hikmet dilinde sanatsal ve hikemî bir boyutta gönüllere aktarıldı. Bu hikmet, İslâm âleminin iki asır boyunca yaşadığı krizin edebî ve estetik dildeki tezahürüydü.
Hz. Mevlânâ'nın dili kuru bir dil değildir; hikmetin tecellisidir. Ama bu hikmetin bir de ilim ve irfan alt yapısı vardı.
Kriz döneminde Gazzâlî ve İbn Arabî gibi dehalar, bu yıkımın nasıl aşılabileceğini bilmiş, ilim-irfan havuzunu kurmuşlardı. Artık Moğollar bir yıkım gibi görünse de, o yıkımın yerine irfanî bir dünya görüşünün temelleri atılıyordu. Mevlânâ, işte bu dilin ve bu dünya görüşünün Anadolu'daki yankısıydı.
Moğollarla birlikte tüm İslam âlemi yıkılmıştı. Anadolu'da da Selçuklu çözülmüş, beylikler saltanat mücadelesine girmişti. Bu mücadele döneminde Kayı Beyliği, önce kendi içinde, sonra da diğer beylikler arasında arınarak yeni bir rota izledi.
Önce kardeşler arasında bir ayrım başladı. Birisi daha otlak yerler, daha geniş sürüler istedi; diğeri ise cihadın yolunu seçti.
Dünyayı tercih edenler tarihten silindiler. Hak yolunu, cihadı seçen Ertuğrul Bey ise tarih yazdı.
İkinci büyük ayrım oğlu Osman Bey'le yaşandı. Tüm beylikler Selçuklu mirasına sahip olmak istiyordu. Osman Bey ise yüzünü Allah Resûlü'nün müjdesine çevirdi. Böylece hem Selçuklu'nun hem de İslâm dünyasının manevî mirası onlara nasip oldu.
GAZZE'DE ETE KEMİĞE BÜRÜNEN OSMANLI RUHU
Bunu neden anlattım Çünkü bugünün dünyasına ışık tutuyor.
Bugün İslam âlemi de aynı zihinsel dağılmanın içindedir. Bunalım, iliklere kadar işlemiş, kalpler istila edilmiştir. İsrail'in Gazze'ye vurması, modernitenin kafamıza vurup kalbimizi işgal etmesinin sembolüdür.
Dağılmakta olan modern düşünce ve kapitalist düzende bir yer aramak, güç sahibi olmaya çalışmak, Selçuklu sonrası beyliklerin bu miras üzerindeki kavgasına benzemektedir.
Osman Bey, Selçuklu'nun maddi mirasına değil, manevî temeline talip oldu. Gazzâlî'nin ilmî anlayışını, İbn Arabî'nin irfanî boyutunda yeniden hayata aktardı. Balkanlara kapı açarak, müjde olan İstanbul ile ikram olundular. Çünkü Osmanlı, kuru bir dünya kavgası yapmadı; "İ'lâ-yı Kelimetullah" dediler. Selçuklu kökünden, Bağdat mirasından beslenerek yeni dünyalara açıldılar…
Allah onları maddî mirasla da güçlendirdi. Bugünün İslâm âlemi, aynı o dönemdeki beyliklerin yaptığını yapıyor: mevcut bir maddî düzen var ve bu düzenin temelleri içinde yer edinmek, güç devşirmek istiyorlar. Bu ise, dünyaya savrulmak demektir.
HZ. MEVLÂNÂ, HÜMANİZMA VE SİNEMA
Hz. Mevlânâ'ya gelince… Onun dili, miras alınan İslâm medeniyetinin dilidir. Günümüzde bu dil tahrif edilmiş, Hollywood tarafından yozlaştırılmış, şimdi de dijitalizmin hız, haz ve ayartısıyla yok edilmek istenmektedir. Fıtrattan koparılma operasyonu yürütülüyor.
Mevlânâ'nın dilini, Yusuf Kaplan hocamızın işaret ettiği gibi sinema üzerinden yeniden hayata aktarabiliriz. Fakat bunun ön adımı, ilim-irfan havuzunu yeniden inşa edecek öncü bir kuşağın yetiştirilmesidir. Çünkü bu dil bir formdur. O formun İslâmî normunu inşa ederek, normu hayatın merkezine yerleştirmek mümkündür.