Doğum Jurnali: Bingöl
Ramazan'ın ikinci yarısından itibaren Türkiye'yi karış karış dolaşıyoruz. Ülkemizin en güzel okullarını ziyaret ederek en parlak çocuklarına değmeye çalışıyoruz.
Tekirdağ, Bursa, Yalova ve Kayseri ziyaretlerimizden sonra Bingöl, Muş ve Siirt ziyaretlerimiz ve iftar programlarımız oldu.
Bu ziyaretimizi MTO'nun en parlak talebelerinden Ahmet Arif Kutlu'nun kaleminden aktarıyorum. Zihin açıcı okumalar, hayırlı bayramlar
Haramiler köprüyü tuttu. İnsan, fizik mâristanda yetim kaldı. Ölü ahlak abideleri ko(r)kutuyor içimi. Elde araflar yurdu yeryüzü, her yıkımda göğsüme inen bir rahmet kaldı.
Göğün merdivenlerini çıktıkça ulviyat dem vuruyor. İnsanın, insan vechine iade-i ziyaretidir her uçuş. Beşer veçhiyle yeryüzüne "dönen", ruhani vechiyle yeryüzüne "düşen" insanoğlu: araflar yurdunun müdavimi.
Cennetten kopuş ruhani cihetin sürgünüyse beşer cihetin kendi ekolojisine vuslatıdır. İnsan düşmüştür, beşer dönmüştür.
Bu yüzden mi gökler sufilerin zikrinden üflüyor kulağıma
Kısa bir cümbüştü geçti. Zikrin frekansını benden kesiyor bulutlar. Kulağıma bir kalpazan biniyor; türbülansa koşuyorum, dünyaya dalıyorum. Penceremde gelinliğini sırtlanmış bir dağlık arazi, Muş'un beyaz surlarından aşarak bitiriyoruz mukaddimeyi. Akabinde ova ufku kuşatınca alçalıyor uçak. Yahut hikâye çağırıyor, yahut kasabaya bir yabancı geliyor.
Muş Havalimanında TÜGVA temsilcisi Hasan Basri Bey tarafından karşılanıyor, Bingöl yoluna revan oluyoruz; Yusuf Kaplan Hocam ve Saime Bayrakdar ile. Şehri çepeçevre saran çıplak dağlar, bozkırın haysiyetli rengiyle uzlaşı içinde. Yürüsem meşakkatsizce doruğuna varılırmış gibi bir his salıyor içime.
Bingöl'de çorapçı bir dervişi arıyoruz: Seyfullah Yiğit. Merkezdeki dükkanına vardık, yerdeki kırmızı paspası "kırmızı halı" niyetine saydık. Duvarlarda göz gezdiriyorum: örgüler, çoraplar, çetikler, Chittickler, Marshal Hudgsonlar...
Çorap satıyorum, çorap örmüyorum demişti. Oysa kimin başına ne çoraplar ördüğünü kitaplarıyla ve zâtıyla çarpışınca anlıyorsunuz; kalemle çorap ören dervişin ocağında. Modernin başına, tarihin başına; hepsine bu şehrin serhat beyi gibi bir başına.
Programın gerçekleşeceği liseye geçiyoruz şimdi.
Şehir, ruhuna urgan doluyor. Şehrin ruhuna urlar doluyor. İdam sehpası apartmanların boz fakat kızıl yansıyan duvarlarında yakalıyorum nükteyi.
Beton oymaklardan çamur taşıyor.
Binalar, insanlar tarafından yapılmışa benzemiyor. Hazindir ki insanlar, insanlar tarafından yapılmışa benziyor. Descartes'a rahmet okuttu beşer sitesini kuranlar; ki onlar ahlâkın ve bilincin ben'den sürgününe mührü vuranlardır. Res cogitans'ıdahi res extensa üzerinden izaha kalkınca 'düşünen hayvan', çarmıha gerilmeden uçtu insan.
Vardığımız lisede hocalık yapan MTO talebesi Gurbet hanımın ve yine MTO'lu talebelerinin durağındayız. Şiir dinletisi, hutbe, Filistin tiyatrosu... Şehrin tıkanık damarlarında başağı büyüyor gözlerinin. Estetik, kalite ve kalibre kendini belli ediyor program boyunca. Akabinde Yusuf Kaplan Hocam konuşmasını gerçekleştiriyor.
Öğrencilerle yaptığımız hasbihâl ve iftardan sonra Bingöl'ü yukarı mevzilerden seyreden bir tepeye tırmanıyoruz araçla. Yol uzadı. Araçtakilerin muhabbeti koyu. Gözlerim kapanıyor ve bana bir ninni okuyor tüm sesler. Az sonra başımı kaldırdım pencereden, gözümü ovuşturuyorum, yıldızlar fışkırıyor siyah gökten.