Sosyal medya, kitlelerin afyonu artık. Sosyal medya, aslâ "sosyal" bir medya değil, a-sosyal bir medya!
Koloni koloni büyüyen bir dünya, adına "sosyal medya" dediğimiz mecranın dünyası ve macerası.
Büyüdükçe küçülen, küçüldükçe büyüyen labirente dönüşen bir dünyalar yığını bir dünya.
Yığınların dünyası da diyebilirsiniz siz buna.
Yılgınların.
Yalnızların.
Sosyal medyanın kısmî bir sosyal yanı var: Ama toplumu kucaklaması, toplumun bütününe eşit ses vermesi anlamında "sosyal" değil aslâ. Güçlü olanın haklı olarak görüldüğü Darwinyen dünya sosyal medyanın dünyası. Orman kanunlarının hâkim olduğu barbar bir dünya: Toplumda "parçalar" oluşturması anlamında "sosyal" yalnızca. Tabiî buna ne kadar "sosyal" denebilirse…
Kozmik değil, kaotik bir dünya, sosyal medyanın dünyası; kabilelerin dünyası, sosyal'in değil.
Her tür kabilenin ama!
Kabile, "çete" demek burada.
Yersiz-yurtsuz bir konar göçer, Deleuze'ün deyişiyle, sosyal medyanın taarruzuna maruz kalan kişi.
TOPLUMLARI İSTİKRARSIZLAŞTIRMA VE "UYUTMA"
Sosyal medyanın varlık nedeni, toplumları istikrarsızlaştırarak, sosyal medya devrimlerinin kapısını aralamak ve ülkeleri kolayca karıştırarak daha rahat kontrol ve kolonize etmek. Bunu Ukrayna'dan Gürcistan'a, Brezilya'dan Arjantin'e kadar pek çok yerde denediler ve başardılar emperyalistler.
Mısır'da Arap Sonbaharı ile Türkiye'de de Gezi operasyonu ile denediler bunu Soros çocukları ama başarılı olamadılar.
Sosyal medyanın sosyo-politik işlevi kabaca böyle özetlenebilir.
Bir de sosyal medyanın narkoz etkisi işlevi gören terapik / "uyutucu" boyutu var: Kitleleri labirentin içine çekiyor ve orada ayartarak hayatın sıkıntılarından uzaklaştırıyor sosyal medya.
Böylelikle intihara kadar varan ve çok yaygınlaşan yalnızlaşma sorununun üstünü örtüyor.
Pasif nihilizmi (kitlelerin hayata, dünyaya, insanlığın sorunlarına duyarsız ve kayıtsız kalmalarını sağlayan her tür hedonizm biçimini) alabildiğine yayarak -hem felsefî hem de fiilî anlamda- ontolojik intiharla sonuçlanan aktif nihilizmin önüne geçmeye çalışıyor.
İNSANIN HÂL-İ PÜR MEKÂLİNE DÂİR KISA BİR ENTELEKTÜEL ARKEOLOJİ…
Tam bu noktada, biraz birkaç asır geriye gidip buraya nasıl geldiğimize ve buradan nereye gidebileceğimize dâir kısa, özlü bir entelektüel arkeoloji yapmak yararlı olabilir…
Modernite ile birlikte dış-dünya / görünür / zâhirî dünya kontrol ve kolonize edildi.
Postmodernite ile birlikte insanın iç dünyası / bâtınî dünyası, zihni ve ruhu kontrol ve kolonize edildi.
Modernitenin fiilî sömürgeciliği ve işgali, yerini medyatik, zihnî ve kültürel sömürgeciliğe ve işgale bıraktı.
Modernite, ifrattır.
Postmodernite ise tefrit.
İfrat, abartıdır; insanı putlaştırır.
Tefrit ise ayartıdır; insanı baştan çıkarır.
Modernitede akıl merkeze yerleştirildi.
Postmodernitede aklın yerini algı aldı.
Postmodernite ile birlikte algı, aklı çarmıha gerdi.
Biraz açmak isterim bu kışkırtıcı aforizmayı…
ALGI, AKLI ÇARMIHA GERDİ!
Modern felsefenin ve modern dünyanın mimarı Kant, moderniteyi "insanın ergenlik çağına ulaşması" olarak tarif etmiş, "aklını kullanmaya cesaret et!" diye haykırmıştı sarkastik bir şekilde.
Modernite aklı kutsamıştı.
"Din kilisesi"nin yerini "akıl kilisesi" almıştı.
Bir asır geçmeden Kant'ın epistemolojik iyimserliği, yerini 1848 devrimleriyle birlikte Nietzsche'nin ontolojik kötümserliğine terk etti. Aklın aşırılıkları, akıl tutulmasıyla sonuçlandı, dünya iki cihan savaşıyla tastamam bir cehennemin eşiğine yuvarlandı…