Bir ömür sürecek adanmışlık yolculuğu (2)

Geçtiğimiz hafta sonu cuma gününden itibaren üç gün süren MTO 2025 Erzincan Akademik Kış Kampı'ndaydık. Önceki senelerde planlamadığımız kış kampı ve meslek grupları kampını böylelikle ilk kez Erzincan'da hayata geçirmiş olduk.

Erzincan Kış Kampı'mızı, "Öğretmenler ve Eğitimin Sorunları Kampı" olarak belirledik. Üç gün boyunca, eğitimimizin sorunlarını oturumlar, komisyonlar ve değerlendirme paneliyle bütün yönleriyle mercek altına aldık. Anaokulundan, üniversiteye kadar aklı, kalbi ve ruhu aynı anda hayata ve harekete geçirecek bir MTO Maarif Modeli'nin eskizlerini çıkardık, ön-çalışmalarını yaptık.

Erzincan Kış Kampımızı, MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey'in akıcı ve leziz kaleminden paylaşmaya devam ediyorum sizlerle.


"İNSANLARIN KALBİNE GİRMEDEN BEYNİNE HÜKMEDEMEZSİNİZ!"

Tam camiye yaklaşmışken karşılaştığımız bir manzara, Erzincan Valimiz Hamza Aydoğdu Bey'in evinde bize söylediği: "Beni burada övüyorlar ama ben sadece insan olmaya çalışıyorum. İnsanların kalbine girmeden, beynine hükmedemezsiniz" cümlesiyle beynimde fırtınalar kopardı.

Bu söz, eğitimin, liderliğin ve sorumluluğun en derin gerçeğini içinde barındırıyordu. Bugüne kadar okuduğumuz kitaplar, duyduğumuz büyük fikirler, üzerine tartıştığımız meseleler hep zihinsel seviyede kalıyordu. Oysa insanı dönüştüren, sadece fikirler değil, o fikirlerin dokunduğu kalplerdi.

MTO talebesi olmak, sadece bilgiyle donanmak değil, bilginin insan ruhuna nasıl dokunacağını bilmekti. Bir konuşma yapmak, bir seminer vermek ya da bir yazı yazmak... Bunlar yetmezdi. Eğer kalbe dokunmuyorsak, zihinleri değiştiremeyiz.

İşte, mesele de tam buradaydı: Bir insanın yükü, sadece bilgiyle hafifletilemezdi. Ancak kalplere girerek, ruhları besleyerek, gerçek bir bağ kurarak bir meselenin taşıyıcısı olunabilirdi.

O an, içimden şu soruyu sordum: Yusuf Kaplan Hocamızın yükünden bir zerre almak, sadece fikirleri yaymak mı, yoksa bu fikirleri bir hayat pratiğine dönüştürmek mi

Cevabı, camiden önce uğradığımız yerde yaşadıklarımız verdi. Valimiz bizi özellikle Sedef Kasabı'na götürmüştü. Çaylarımız geldiğinde, o anın büyüsünü bozmamak için bir yudum aldım. Ve garip bir şekilde, çayın tadı zemzem gibi geldi. Orada oturan herkesin gözlerinde bir kıvılcım vardı. Sadece bir içecek içmiyorduk, sadece bir muhabbet etmiyorduk. Bir şeyleri paylaşıyorduk. Bir yükü, bir derdi, bir mesuliyeti.

Bu, MTO talebesi olmanın asıl anlamıydı. Akademik birikim, tarih bilinci, derin analizler... Bunlar önemliydi. Ama esas mesele, bu bilgiyi insanlarla nasıl buluşturduğumuzdu. İnsanların kalbine girmeden, zihnine hükmedemeyeceğimizi anlamadan, yola çıkamazdık.

Ve ben, bu yolculuğa çıktığımda, bir tek şey biliyordum: Eğer bu davanın yükünü taşıyacaksam, önce kalplere dokunmayı öğrenmeliydim.


BİR MESELENİN TAŞIYICISI OLMAK

Erzincan'ın sokakları, tarihin ve medeniyetin fısıltılarıyla doluydu. Camii Kebir'den çıkıp Aziris Otel'e doğru yol alırken, içimde derin bir sızı hisse-diyordum. Bu, hastalığın verdiği bir yorgunluk değildi. Üzerime binen bir yükün ağırlığını ilk kez gerçekten hissediyordum.

MTO talebesi olmak, bir toplantıya katılmak, bir organizasyonu düzenlemek ya da akademik metinler üretmek değildi yalnızca. Bunların hepsi önemliydi ama özünde, "bir meselenin taşıyıcısı olmak" vardı. Taşıyıcı olmak, sadece yürümek değil, omuzundaki yükü hissetmek, ona sahip çıkmak, gerektiğinde bunun uğruna kendini feda edebilmekti.

Akşam yemeğinden sonra Aziris Otel'de toplanan talebe kardeşlerimizle birlikteydik. Burası, bir toplantı salonundan çok, bir ruh inşa mekânı gibiydi. "Tanışma toplantısı" olarak adlandırılmıştı ama bu, sadece birbirimize isimlerimizi söylemekten ibaret değildi. Asıl mesele, kimin kim olduğunu anlamak değil, kim için ve ne için burada olduğumuzu idrak etmekti.