Azerbaycan'a MTO dokunuşu: İki kardeşin hasretinden vuslat, vuslatından da bir hasret doğdu (ll)
MTO'muzun Azerbaycan Temsilcisi Vuqar Azizov'un leziz kaleminden dün ilk bölümünü yayımladığım Azerbaycan seyahatimize dâir izlenimlerinin bugün ikinci bölümünü paylaşıyorum. Zevkli ve keyifli okumalar
ANADOLU'NUN NEFES'İ MTO, ŞEKİ'DE SES'İNİ BULDU
Bendeniz, uzun yıllar arayışta idim. Güle hasret bülbül misali daldan dala gezinirdim. Beni kendine çeken bir çınar oldu MTO. Burada ruhum sükuna kavuştu. Burada zihnim tohum oldu. Yolumda en büyük destekçim eşim Firuze oldu. Bana hiçbir zaman darılmadı. Anlayışla yoluma ışık oldu. Öyle ki evlatlarımız birisi Abdülhamid diğeri Esmanur... Her birisinin ismi yolumuzda bu davanın bir sembolü oldu. Eşim Firuze hanım, iki kardeşin kavuşmasını sembolize edecek bir katkıda bulundu. Pişirdiği tatlının üzerine MTO yazısını yazdı. Bu tatlı, tatlı muhabbet içinde tatlı bir felsefe de ortaya çıkardı. Şöyle ki, MTO yazılı tatlıyı Zeynep Rana kardeşimiz kendisi yemeye başladığında espri olsun diye hocamız, "ama hepsini sen yedin olmadı ki bu" dedi, Zeynep kardeşimiz güzel bir cevapla "hocam, MTO-yu kimseye yedirmem" diyerek karşılık verdi. Hocam devamla "e ama sen yiyorsun, bu nasıl olacak" diye sordu. Zeynep kardeşimiz muhteşem bir cevabıyla Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun ne olduğunu aslında açıkladı: "Hocam, düşündüm de MTO-dan beslenmeden de bu iş olmaz." diye muhabbeti daha da derinleştirdi. Eşimin elindeki bu marifetle mubabbetimizde dönen felsefenin birliğidir bu.
MTO farklı motifleri nasıl da bir resimde toparlıyor. Bu nedir biliyor musunuz Farklı renklerin bir mecrada toplanarak halıyı dokumak gibi bir şey. Birbiriyle çatışmayan, birbiriyle çalışan fikirlerin medeniyet ruhundaki nümunesi.
Yazımın başında "İstanbul'da kavuşma" demiştim. Arayışım sevgili şehir olan İstanbul'da anlam kazandı. Aslında bu ziyaret bu kavuşmanın hasretinden bestelenen nağmenin Anadolu'dan nefesidir. Ki Şeki'de ses oldu. Kamran hocam, manevî bir köprü idi bu yolculukta. Öyle darıldığım zamanlarda onunla muhabbetim beni bir başka dünyada konumlandırdı... Medeniyet Tasavvuru Okulu... Burası bir tohum... Ben bu tohumda geleceğin resmini gördüm. Şeki'nin kadim sokaklarında gezerken her adım, bir mühür gibi İstanbul ve Şeki birlikteliğini gerçekleştiriyordu. Bu yerler 70 yıllık karanlık dönemden geçti. İzler silinmese de üzerini toz duman örtmüştü.
Bu seyahet, tozu dumanı yok etti. İzleri yeniden toprağa mühürledi. Tam yüzyıl önce bu topraklarda bir şehit vardı...
MOLLA CUMA VE YUNUS EMRE
Yolumuz Şekiden Zakatalaya doğru. Bu iki şehir arasında iki mühür var daha... Molla Cuma ve Yunus Emre... Ne hazin ki, manaları manadan yoksun komünist rejim tarafından yok edilmiş durumda. Şimdi kış mevsimi terk ediyor, bahar sesleri geliyor. Toprak yeniden can buluyor. Şeki bölgesi civarında bu iki güzelin tohumu filiz veriyor.
Molla Cuma mezarı önündeyiz... Yusuf hoca, mütevazı bir halde durmuş, sanki ulu dedemin manevî iklimiyle irtibat kurmuş. Açıkçası bu öyle bir duruş ki, imrendirir insanı. Resmen bu dünyadan kopmuş, o alemin ruhuyla hemhal olmuş, kalben bir şeyler konuşuyor. Dua titriyor. Ben yanında dursam da bu enerji beni daha derinden hüzünlendiriyordu. Suskunduk, kalbimiz konuşuyor, belki de ağlıyor. Bilmem, arıyor galiba. Neyi Bu medeniyet incilerini. Sanki Yusuf'unu kaybetmiş Yakup a.s gibi... Şimdi bir Yusuf duruyor mezarının başında... Sadece etten kemikten değil, mezarlara gömülü bir medeniyeti ruhunda taşıyarak kabre nefes üflüyordu. Burada can verdi Molla Cuma... Ama can veren bir ten değil, bir medeniyetti. Molla Cuma nezdinde bir şiirdi. Beşeri bir şiir... Böylesine kabrin başında dururken, yakında olan Yunus makamında bir nida yükseliyor:
Yusuf'u kaybettim Kenan ilindeYusuf bulunur, Kenan bulunmazBu aklı fikr ile Leyla bulunmazBu ne yaredir ki çare bulunmaz
Aşkın pazarında canlar satılırSatarım canımı alan bulunmazYunus öldü deyu sela verirlerÖlen beden imiş, aşıklar ölmez...
Evet bunlar derviş Yunus'un dertli dizeleriydi. Bir bölgede iki makam arasında esen rüzgarın nağmesiydi. Bu sese Molla Cuma da şu dizeleriyle de nefes veriyor:
Aşıklar anası, şairler kökü,Gezerem dünyayı divane teki,Mahalım Göynüktür, şeherim Şeki,Layiski kendinin binasıyam ben...
Mânada Mollayam, Molla Cumayım,İsmi Pünhan oduna şuh pervaneyim,Gelmişim cihana bir gün fenayım,Sonunda Kerem tek yanasıyam ben.
Bu iki dize aşkın medeniyetin farklı zaman dilimlerinde andan süzülen aynı sesleridir. Yusuf Kaplan hocayla devam eden yolculukta Yunus Emre makamında durduk. Medeniyet nefesi, kaybettiği Yusuf'un sesiyle yeniden buluştu. Anadolu'daki Göynük Bilecik deryası buradaki Göynük ve Bilecik havuzuyla irtibata geçti. Akşemsettin ve Edebali sanki Molla Cuma ve Yunus Emre'yle buluştu. Mekana düşen nur mekanlardan bizim yolculuğumuza yansıdı. Dışarıda bir yolculuk var ama bir de bu manalardan öze yolculuk var. Enfüs ve âfâk vuslatı. Biz mi yolda, yoksa yol mu içimizde