Küresel ekonomi bir kez daha güç, korku ve belirsizlik eksenine kayıyor. Sermayenin serbest dolaşımı, karşılıklı bağımlılığın barışı garanti edeceği inancı, yerini korumacı politikalar ve jeopolitik hesaplara bıraktı. Ticaret, artık yalnızca fiyat ve rekabet değil; enerji hatları, nadir madenler ve stratejik bağımlılıklar üzerinden yürüyen bir güç mücadelesi. Bu yeni tabloyu altının 4.300 doları zorlayan rekor yükselişiyle birlikte okumak gerekiyor.
Yeni Düzenin Sertleşen Çehresi
Son haftalarda yaşananlar, küresel düzenin yumuşak ideallerden uzaklaştığını kanıtlıyor. ABD ile Çin arasında artan ekonomik gerilim, artık gümrük tarifelerinin ötesine geçip teknoloji, veri ve enerji alanlarını da kapsıyor. Çin'in nadir toprak elementleri ihracatına getirdiği kısıtlamalar, Washington'un Çin menşeli mallara uyguladığı yüzde 50'nin üzerindeki tarifelerle birleşince, serbest ticaretin yerini açık bir rekabet aldı.
Gazze'deki ateşkesin her gün yeni ihlallerle sarsılması, Pakistan–Afganistan sınırında yaşanan çatışmalar, Tayvan çevresinde süren tatbikatlar... Her cephe, küresel risk primine yeni bir tuğla ekliyor. Avrupa'da ise enerji arzı üzerindeki siyasi gölgeler derinleşiyor. Nord Stream davası etrafındaki tartışmalar, sadece bir boru hattı değil, kıtanın enerji bağımsızlığının da sorgulandığı bir zemin yarattı.
ABD'de ekonomi hâlâ dirençli, ancak tablo kırılgan. Enflasyon yüzde 3 civarında, büyüme temposu zayıflıyor. Federal bütçe tartışmaları ve olası hükümet kapanması, siyasi istikrarsızlığın ekonomik belirsizlikle nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Euro Bölgesi'nde fiyatlar hedefe yakın ama üretim cephesi durgun. Artık merkez bankalarının değil, devletlerin ve orduların hamleleri fiyatları belirliyor.
Altın Neden Bu Kadar Güçlü
Altının parıltısı yalnızca korkunun değil, gücün yeniden tanımlanmasının da sembolü. Piyasalar, parasal genişleme veya faiz indirimi gibi klasik araçlardan çok, siyasi güvenlik arayışına kilitlendi.
Birincisi, artan jeopolitik riskler altını yeniden "sigorta" haline getirdi. Gazze'den Tayvan'a uzanan gerilim hattı, yatırımcıları tahvilden ziyade altına yöneltiyor.
İkincisi, politik belirsizlik artık fiyatın bir bileşeni. ABD'deki tarife politikaları, Çin'in karşı hamleleri, veri akışını dahi etkileyen siyasi krizler; piyasanın rasyonel hesaplarını sisle kaplıyor.
Üçüncüsü, kurumsal talep güçleniyor. Yalnızca eylülde altın ETF'lerine 17 milyar dolar giriş oldu. Bu, korkudan ziyade stratejik konumlanma anlamına geliyor.
Dördüncüsü, merkez bankaları açık biçimde rezervlerini çeşitlendiriyor. Son iki yılda yıllık 1.000 tonun üzerinde alım yapıldı. 2025 için planlanan 900 tonluk yeni alım, parasal sistemin altına dönük uzun vadeli bir yeniden yapılanmayı işaret ediyor.
Bu dinamikler, fiyatların aşırı şişkin değil, yeni bir dengeye oturduğunu gösteriyor. HSBC 2026 için 5.000 dolarlık hedef belirlerken; J.P. Morgan, 2025 sonu için 3.700–4.000 dolar bandında kalıcı bir seviye öngörüyor. Bu seviyeler, sadece bir "güvenli liman" refleksi değil; güç dengelerinin yeniden tanımlandığı bir dönemin ekonomik izdüşümü.
Kriz mi, Yeni Denge mi
2000'lerin başında teknoloji hisseleriyle sınırlı kalan Dotcom balonu, 2008'de finansal sisteme sıçradı. Bugün yaşanan ise daha geniş bir fay hattı. Ticaret savaşları, enerji darboğazları ve bölgesel çatışmalar birleştiğinde risk artık sistemik hale geliyor. IMF, 2025 küresel büyüme tahminini yüzde 3,2'ye çekti. ABD–Çin hattındaki bir kırılma, dünya ticaretini yüzde 3 küçültebilir. Enerji fiyatlarındaki her artış, özellikle Küresel Güney'de gıda güvenliğini tehdit ediyor. Kriz olasılığı henüz çoğunluk senaryosu değil, ama artan bir ihtimal.