Gelin tebrik edelim kendimizi!..

Efendim sonbaharın ortasına da geldik.

Yıl 2025'te, ortasını yaşıyoruz sonbaharın.

*

Ne düşünüyorsunuz bilmiyorum.

Sonbaharın melankoli atmosferinin işinde kâh yaza olan özlemimizi ikide bir konuşurken kâh kışın yaşatacağı ve bizi üşüten korkuları aklıma geldikçe, aklımı ve ruhumu bir an için tedirginlik sarıyor.

Hele de İstanbul'da yaşıyorsanız, inanıyorum ki aynı duyguları hissediyoruzdur.

Yağmur…

Yağış…

Kar…

Trafik…

Kargaşa…

Ve telaş…

Ve bir türlü bitirilemeyen koşuşturmacalar.

*

Hoş! Eski kışlar gibi pek öyle kar-mar yağmıyor ya, her neyse!

Kış mevsimi bile dengesini bozdu da kendisini yaşamayı çoktan unuttu.

'Kendimi mi yaşasam, sonbaharı mı', ikilemi içinde o da kıvranıp duruyor.

Kışın da karakterini bozan insanoğlu, sonbaharın da…

Nasıl becerdiyse becerdi işte.

Hatta ne ilkbahar, ilkbahar gibi ne yaz, yaz.

*

O yüzden insanoğlunun o kadar çok günahı var ki anlatılır gibi değil.

Ve niyeyse insanoğlunun günahını da hep mevsimler çekiyor…

En başta insanoğlunun kendisi çekiyor elbet!

Ağaçlar çekiyor…

Çiçekler çekiyor…

Böcekler çekiyor.

*

İnsanoğlu en ağırını çekse de o;

havaya…

Suya…

Ve toprağa zarar verirken, pek anlamıyor zarar verdiğini.

Oysa, hava kirlenmeye…

Sular tükenmeye çoktan başladı da yeni fark etti insanoğlu.

*

Bunlar yetmiyormuş gibi bir de ülkemizin dört bir tarafını yakıyoruz…

Nasıl becerdikse bu sene onu da becerdik kahrolası!

Ve rüzgâr, bize öfkeleniyor.

"Sen misin bu toprağın kuru sapını yakan…

Onlunla birlikte solucanını…

Böceğini…

Yılanını…

Kelebeğini yakan!

Bak bakalım ben sana ne yapıyorum!" deyip, canımızı acıtırken, bu sefer de toprak ağlıyor…

Ağaç ağlıyor…

Kuşlar ağlıyor…

Ormandaki Kurt'u…

Çakalı…

Tilkisi ağlıyor.