Bizden bekledikleri şudur

Yaş oldu 45 Ne yaşlıyım ne de toy bir delikanlı! Şansım şuydu, mesleğe biraz ufak yaşlarda başladım. 1991'den bu yana ta taşradan başlayarak, kademe kademe medyanın içinde yer aldım. Öncesinde, rahmetli Turgut Özal'ın başbakanlığı dönemini az-çok hatırlarım En azından günlük gazete gelirdi evimize ve aklım az çok bir şeylere sardığından beri siyaseti ilgiyle takip ederdim. Gazeteciliğe adım atınca ister istemez gündemi daha sıkı takip eder oldum. Başta merhum Yalçın Özer Ağabey olmak üzere (mekânı cennet olsun), bazı köşe yazarlarını hiç kaçırmazdım. 1991 sonrasını düşünsenize Suikast girişimine uğrayan Özal, Çankaya'ya çıkarak canını kurtarmak zorunda kalmış O canını kurtardığını zannetmiş de, Özal'ın siyasetten çekilmesinin ardından ülke ne hâle gelmiş! SHP koalisyon kurmuş, bugünün HDP'lileri ilk o yıllarda Erdal İnönü sayesinde Meclis'e girmiş. 90'ların her yılı, hemen her günü ayrı bir felaket. Sırf 1993 yılında olanları yazsam şuraya, başka şey anlatmaya yer almaz. Terör azmış kudurmuş, köyler basılıyor, siviller topluca katlediliyor, her gün sıra sıra dizili şehit cenazeleri kalkıyor. Mahalleden en yakın arkadaşlarımdan birini şehit vermişim, gözyaşlarımı akıta akıta onun da haberini yazmak zorunda kalmışım. Gün geçmiyor ki, tekbirler eşliğinde intikam sloganları atılan bir şehit cenazesinde yer almayayım. Suikastlar, karanlık siyasi cinayetler, ülkenin koskoca Cumhurbaşkanının bile (Özal) kim vurduya gittiği, şüphe dolu ölümler Ülkeyi kimin yönettiği belli değil; koalisyonların biri dağılıyor, öbürü kuruluyor Hükûmetlerin ömrünü kimse kestiremediğinden, devlette ufak bir masa kapan, kalkacağı güne kadar vuracağı vurgunun peşine düşüyor. İktidarlar, bugün bazı belediyelerde olduğu gibi, ilk günden kendi kadrolarını yığıyor, kamu kurumları kambur üstüne kambur ekliyor. Hiç unutmam; ortaokulda edebiyat öğretmenim pazarlarda yumurta satardı. Çünkü o yıllarda, ek iş yapmayan, değil öğretmen, hiçbir memur geçinemezdi. Ülkede para yoktu ki memurda, emeklide olsun. Üstüne bir de IMF şefleri birkaç yüz milyon dolar verecek diye günlerce ekranlardan düşmeyen bir alayla vaveyla ile gelir, hükûmete gerekli emirleri verip giderdi. Ekonomik krizimiz eksik olmadığından, işbaşına gelen hiçbir iktidar kendi iradesiyle karar alamaz, bunun üstüne bir de tepesinden süngüsünü eksik etmeyen askerin talimatları altında ezilirdi. Onlar öyle paşalardı ki; teröristler dağlarda fink atarken bunlar millete efendilik yapmakla uğraşır, başta millî eğitim olmak üzere, siyaseti bile istedikleri biçimde dizayn ederdi. Uyduruk hükûmetler geçici, onlar kalıcıydı zira... 90'ların kırılma noktası 28 Şubat da işte bu zihniyetin eseriydi. Halk kimin umurundaydı ki Şehirler çöp yığını, yol yok, su yok Erdoğan işbaşına gelene kadar İstanbul'un trafiği bugünden çok daha berbattı. İnanır mısınız, 1990 yılında Cağaloğlu'ndan Bağcılar'a 4,5 - 5 saatte geldiğimi bilirim, hem de ramazanda. Bazı günler eve vardığımda rahmetli dedem teravihe gitmiş olurdu ki, ben daha oruç açacağım. Bunun gibi, musluklardan günlerce suyun akmaması da rutindendi Tıpkı büyük yolsuzluk skandallarının sıradan hadiseler olarak algılanması gibi Yolsuzluk demişken, başka bir "yol"suzluğa dikkat çekeyim. Memlekette Özal'ın Edirne-Ankara arasına yaptığından başka otoban yoktu. O da tünel yapılamadığı için Bolu Dağı'nda kesintiye uğruyor, özellikle kışın o dağ da geçilmez oluyordu. Ülkenin geri kalanı mı Bırakın otobanı, bütün şehirler arası yollar tek şerit, onlar da çocuk mezarı gibi çukur doluydu Birinden kaçsan öbürü ıskalamıyor, hoplaya zıplaya içiniz dışınıza çıkıyordu. Yollar trafik kazasından geçilmez, araç sayısı bugünkü rakamlarla mukayese bile edilemeyeceği hâlde, ölüm oranları katbekat fazlaydı. Hızlı tren, metro gibi şeyler (Sultan Abdülaziz'in 1874'te yaptırdığı Taksim'deki tüneli saymazsak) Avrupa'dan, Rusya'dan dinlediğimiz hikâyelerdi Onlar yüzyıl önce tünellerini tamamlamıştı ama bizde sadece adı vardı. Madem nostalji yapıyoruz, bıçak parası ve tedavi masrafları yüzünden hastanede rehin kalan hastaları, hatta cenazeleri hatırlatmamak olmaz. İlaç meselesine hiç girmeyeyim; 1999'da gece hastalanan çocuğuma mecburen eczaneden antibiyotik almıştım da, o günün parasıyla 60 lira (O zamanın rakamıyla 60 milyon lira) vermiştim. Düşünün, şimdi bile o antibiyotik 18 lira! Ülkenin kahir ekseriyetini oluşturan muhafazakâr, az-çok dinî vecibelerini yerine getirmeye çalışan kesiminin nasıl ötekileştirildiğini, her gün gazetelerden, televizyonlardan nasıl alçakça hakarete uğradıklarını anlatmama gerek var mı, bilmem! İşte böylesine bir dönemdi